22 Temmuz 2008 Salı

SİYASET VE SİYASETÇİ


Siyaseti incelemeye kalkıştığımızda birçok düşünürlerin tanımlarına rastlarız.Her düşünür kendine özgü yorum katmış ve bilim yönünden incelenmesi gerektiğini savunmuştur.İlkönce siyaset nedir?İnsanlara ne kazandırır ve ne kaybettirir? Sorularına cevap vererek konuya girelim:Siyaset,çeşitli etnik,dini,sosyal,kültürel yapıları olan insanları tek bir bayrak,tek bir vatan ve millet altında belirli hukuk kurallarına uymak koşuluyla bir arada tutabilme ve dünyada ülkenin çıkarlarını ön plana çıkarabilme yeteneğidir.Siyaset toplumlarda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir.Siyaset, en genel anlamıyla, bir arada, bir toplum olarak yaşayabilmemiz için ileri sürülen fikirlerin girişilen eylemlerin toplamıdır.Siyaset,katılım ve katılım iradesidir.Yönetme sanatıdır,siyaset bilimdir şeklinde bir çok tanımı yapılabilir.İnsanlara Ne Kazandırır?Toplumlarda duyarlı ve kendisini de sorumluluk sahibi hisseden bireyler siyasete girerler.“Bilinç ve sorumluluk kazandırır”.Ne kaybettirir? İşte bu soru üzerinde çok durulması gerekir diye düşünüyorum.Bence;Siyasetçiler,siyaseti bir kazanç kapısı gibi görmeleri nedeniyle toplumumuzda çarpıklık,sorumsuzluk ve otorite boşluğu doğurmuştur.”Parası olan siyaset yapar” ilkesi yaratılarak,siyaset biliminin sadece kitaplarda kalmasına neden olmuştur.Siyasetle uğraşmaya başlayan birey büyük bir istekle sorumluluk hisseder. Ütopik görüşleriyle ve birazda hayal perestliğiyle diyelim siyasi partinin kapısından içeri girer.İyimser düşünce içinde projelerinden ve bir şeyler yapmak istediğinden bahseder.Birey hoşgörülüdür, bilgilidir, kalitelidir.Bakıldığında hiçbir eksikliği yoktur.Tam aranılan insan gibi görünür.Projeler ve üretilen bilgiler uygulamaya başlandığında küçük küçük olaylarla, içeride çalkantılar başlar.Çünkü bu birey üretici, çünkü bu birey aşırı sorumluluk sahibi,memleketi ve milleti için neler yapılabilir ve siyasetin eksikleri nelerdir? diye düşünmektedir…Bir de madalyonun öteki yüzünden bakalım siyasetçiye; Bu birey siyasetten rant sağlamak,isim yapmak ve dünyanın bütün güzel meyvelerinden,yani en güzel şekilde yaşamak için girmiştir.Onun alanı birilerinin sırtına binmek ve üretmemek ve üretenleri de engellemek.Bu kişi siyasette nasıl başarılı oldu? Başarı kelimesini burada çalışmalar olarak değil de,karar mekanizmalarında nasıl ve ne şekilde yer aldı?...diye düşünelim:Ya parasıyla,Ya kuvvetiyle(tabiri caizse,sırtının bir yerlere dayanması ve dayısı ve hatırı sayılır kişilerin desteğiyle),Ya da güzelliğiyle(kadınlar için diğer şıklarda geçerli ama maalesef bu tür insanlarında yer aldığı görülmektedir.)Ya da şahsi çıkarı kaybetme endişesi taşıyan, hiçbir şekilde itiraz ve şikayet hakkı olmayan çantacı diye adlandırılan başındakilere kul köle olan, üretemeyen ve şakşakcı, diye nitelendirilenler şeklinde cevaplarla bu soru yanıtlanabilir.Bu kişiler, halk işsiz mi, aç mı,ülkenin en büyük sorunu nedir,ülke üzerinde oynanan sinsi planlar nelerdir? gibi sorular üzerinde kafa yormaz.Onun için önemli olan günü kurtarmaktır.Seçimlerde kitlelerden çok oy almaktır. Kimileri de siyaseti meslek edinmiştir.Bırakmak istemez.Yenilere ve yenilikçilere tahammülleri yoktur.Tepeden inmeyle her şeyi kendilerinin iyi bildiğini ve halkı ancak kendilerinin iyi yöneteceğine inanırlar.Yetkiyi kendi ellerinde tutarlar ve diğer angarya dedikleri işleri yukarıda belirtilen kişilere yaptırırlar.Ayrıca; Ülkemizde siyasal partilerin büyük çoğunluğu lider partisi görünümünde olduğu için tabana inememekte ve halktan kopmaktadır.İşte! Siyaset üretmediği ve sorunlara çözüm bulamadığı zaman sosyal çöküntü kaçınılmazdır.Halk geçim telaşına düşer, ülkesindeki siyaseti ve siyasetçiyi denetleyemez.Siyasi kültürdeki bu sorumsuzluk hiçbir gücü olmayan çaresiz vatandaş türünü yaratmıştır.Çaresiz,yoksul vatandaş, kul-her şeyi kabul yaklaşımı içinde olduğu için sorunun büyüklüğünün ve ülke siyasetindeki eksikliğin farkında olamaz.Gelir seviyesi yükselen toplumlarda bireyler kendilerini sorumlu hissederek sivil toplum örgütlerinde yer almaya başlar ve bende varım diyerek söz sahibi olur.Bilinçli bireylerin karşısında siyaset arenasının her kademesindeki kişiler ister istemez kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalırlar.Peki! Siyasetçide olması gereken nitelikler nelerdir?Dürüst, eşitlikçi, olayları kavrayabilme yeteneği, tutku, sorumluluk,göz keskinliği, derin düşünme, ruh dinginliği, kendini beğenmişlikten arınmışlık,ulusal ve insani amaçlara hizmet eden,toplumsal ahlaki ve kültürlere değer veren,toplumun çıkarını kendi çıkarının önünde tutan,ahlaklı ve eğitimli olmalıdır.Sonuç olarak, hep birlikte istediğimiz hedefe götürecek olan siyaseti ve siyaset kurumunun yollarını bizler tespit edelim.Günümüz siyasetin kokuşmuşluğu bizleri korkutmasın. Ülkeyi babalarının çiftliği gibi göremez ve kafalarına göre yönetemezler.Bu nedenle halkın iradesi siyasette en önemli unsurdur.Aksi halde sızlanmaktan öteye gidemeyiz…

Nermin AYDINLI

14 Temmuz 2008 Pazartesi

BİREYSELLİKTEN TOPLUMSALLIĞA


BİREYSELLİK:Kendi ihtiyaçlarını grubun üstünde tutar.Ben olgusu hakimdir.
TOPLUMSALLIK:Grubun ihtiyaçlarını ön planda tutar.Biz olgusu hakimdir.
İnsanoğlu ilkçağdan bu güne kadar var olma savaşı vermiş ve bireysellikten toplumsallığa geçişini bir türlü tamamlayamamıştır.Tarihin her evresinde kişisel hırslar,menfaatler hep öne çıkmış Birilerine bağlı olmadan yaşanamayacağı insanlara öğretilmeye çalışılması nedeniyle tebaa ve herhangi bir objeye bağlı 2.sınıf toplum oluşturulmuştur. Bir toplumun ortaya çıkışı tesadüfü bir olay değildir.Toplum yaşayan bir varlık,canlı bir organizmadır.Toplum olgusunu da bireyler meydana getirmektedir. Toplumların sosyal değişim geçirmeleri toplumsal ve bireysel bir kanundur.Değişmeyen hiçbir toplum yoktur.İnsan yanlız yaşayamayacağı ve ihtiyaçlarını tek başına karşılayamayacağı için iş bölümü yapmak zorundadır. Bu noktada toplumsal anlayış;bir topluma ait oluş, birlik olma,birlikte hareket etme işbirliği anlayışını doğurur.
Dünya da olduğu gibi, ülkemizde de bireysellik ön planda olduğu için bireysellikten toplumsallığa geçiş uzun zaman alacaktır.Milli duygusunu kaybetmeyen bir toplum olan Türk milleti bireysellikten toplumsallığa geçme potansiyeline sahiptir.Türk milleti olarak herkesin öz güvenini kazanması gerekir. Aldığımız görevi kendimize güvenerek para için değil, ülkemiz ve milletimiz için yerine getirmeliyiz.Bütün sistemimiz bireysel mi toplumsal mı diye değerlendirilmeli, kişisel olanlar atılıp(kişi hakları fazla zarar görmeden) toplumsal olanlar sisteme yerleştirilmelidir. Bu sorunu çözmek için en önce eğitime önem verilmesi gerekir. Bu da bireyselliğe önem veren Avrupanın ve Amerikanın eğitim sisteminin uygulanma isteğinden vazgeçilerek okullarımızda takım ruhu oluşturulmasıyla yapılabilir..Temel eğitimimizden başlayarak milli duygu aşılanmalı,her bireyin bu toplumun ayrılmaz bir parçası olduğu anlatılmalıdır.Türk milleti olarak birlik olup elimizi taşın altına koymalıyız. (Bir toplumu, yüz yüze geldiği engeller karşısında dirençli ve muzaffer kılan, o toplumu oluşturan bireyler arasındaki milli dayanışma ve birlik ruhudur.)Milli duygu, milli dayanışma ve birlikte hareket etme düşüncesi oluşturularak toplum bireysellikten toplumsallığa dönüştürülür. Bireyler tek başına bir anlam ifade etmez. Bireylerin toplumsal ahlakı bilmesi, toplumsal ahlaka saygılı olması, onun içinde var olması gerekir.Toplumu bireyler oluşturur bu yüzden toplumsallık inkar edilemez.Türk gelenek ve göreneklerinde paylaşma vardır.Komşun aç yatarken tok uyumama anlayışı vardır.Bu inanışlar sosyal hayatı düzenler,toplum yaşamını var eden olgulara her hangi bir yaptırım gücü duymadan gönüllü bağlanılmasını sağlar.Bu nedenle toplum; özünde ahlak ve inanç birliğidir.Mustafa Kemal in önderliğinde Kurtuluş savaşı inanç birliği ve güçlü ekip anlayışıyla kazanıldı.Bu inanç ve ekip anlayışı Türkiye Cumhuriyetinin temellerini attı. Cumhuriyet düşüncesi ussallık olduğu kadar toplumsallıktır.Cumhuriyet düşüncesi tarihçi, gelenekçi değil, toplumcu, pragmatik bir düşüncedir.Cumhuriyet düşüncesi bireye dayalı bir toplumsallık ile belirgindir.Cumhuriyet düşüncesi bir kamusal rasyonalite projesidir. Siyasetten, güdülen tebaadan, politikaya bireyler toplumsallığa dönüşmektedir.İşte bu yüzdendir ki kişisel hırslarımızı bencilliklerimizi bir kenara bırakıp ben kavramından biz kavramına geçmeyi başaran bir toplum yaratmalıyız.Ancak böyle bir toplumla güçlü oluruz, ancak; böyle bir toplumla örgütlü oluruz, ancak; böyle bir toplumla toplumsal refaha ulaşabiliriz ve geleceğimizden kuşku duymayız....

Nermin AYDINLI

4 Temmuz 2008 Cuma

ÖLÜM

Hayat öyle kısa ve öyle uzunki...İnsanoğlu ölmeyecekmiş gibi yaşamın ışıltısına ve güzelliklerine kendisini kaptırdığında sonuna geldiğini anlayamaz.Hepimizinde arzuları,istekleri ve hayata dair planları ve yapacakları vardır ve çoğu isteklerimizi bugün kalsın,yarın bakarız diye erteleriz.Yani; yarınımızı kendimize göre garantilemiş oluruz.Bu çerçevede bir de insanoğlunun en belirgin yapısı "ben"duygusudur.Benden daha iyi bilen,benden daha iyisi,benden daha güçlüsü,benden daha zengini yoktur vs.duygular içerisinde dünyanın hakimi oluruz.Kendimizden zayıf gördüğümüz insanlar üzerinde güç kurmaya çalışırız."Dünyayı ben yarattım" düşüncesinde olanların hiç dostu olmaz.Bu koskaca dünyada yalnızdırlar.Sevinçlerini,acılarını tek başlarına yaşarlar.Veya dost sandığı bir kaç kişi dışında çevrelerinde kimseyi göremezler.Peki;böyle mi olmak,yoksa gönül kapısı herkese açık,sevinçleri,üzüntüleri birlikte yaşayan olmak mı isteriz?Gözlerimizi kapatalım ve bu soru üzerinde bir düşünelim:Benim cevabım gönül dostluğudur.Namerde muhtaç olmadan yaşamak ve dostlarımın yanında olmak ve yaşamın sonunda,Allahın huzuruna giderken "Allah Rahmet Eylesin,iyi insandı" diye
dua edilmesi bana verilen en güzel hediye olacaktır.Hiç birimiz ölümden korkmamalıyız.Hepimiz bir gün bu gerçekle karşılaşacaktır.Elbette bir daha sevdiklerimizi görmemek bize verilen en büyük acıdır.Hangimiz mezarlığa gittiğimizde bu yaşamın boş olduğunu düşünmeyiz. Hangimizin boş şeyler için kırdığımız insanlar aklımıza gelmez.O anda pişmanlık yaşarız.Oradan
ayrıldığımızda yine eski duygularımıza döner ve yaşamın güzel meyvelerinden yemeğe devam ederiz.Hayat ölümün görünen, ölüm de hayatın görünmeyen boyutudur. Bunun için, hayatın ölüme, ölümün de hayata açılan bir kapı olduğunu görmeliyiz, her ikisini birden yitirdiğimizde, hem hayatın, hem de ölümün anlamını kavrayamayız. Ölümün anlamı yitirildiği yerde, hayat yaşanır olmaktan çıkar, dayanılmaz bir yüke dönüşür.Ölüm vardır ve insanoğlu bu gerçeğe göre yaşamalıdır.İnsanlık yararına güzel işler yaparak dünyada bir hoş seda bırakmalıdır.
Necip Fazıl'ın, şiirinde dile getirdiği gibi
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber.
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” diye düşünmeliyiz.
Ayrıca;
Aşık Veysel ne güzel söylemiş;
Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yarim kara topraktır.
Herkese sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum.

Nermin AYDINLI