23 Aralık 2010 Perşembe

ÇALIŞTAY

Sonunda bu da oldu. Evet evet yıllardır dökülen kanların nedeni ortaya çıktı. Diyarbakır’da yapılan Demokratik Özerklik Çalıştayı Kürdistan rezaletini ortaya koydu.

Yapılan bu çalıştayda;

a-Kürt sorununun çözümü için en önemli proje demokratik özerkliktir. Hedefimiz, demokratik özerk Kürdistan’ın inşasıdır. Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek “Ortak Vatan” politikalarına dahil olur.

Dikkat edilecek husus;
“Türkiye Cumhuriyeti’nin adı “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti” olacak. Ve Türkiye, Türk-Kürt ortak vatanı olacak”!!!


b-Demokratik Özerk Kürdistan, kendini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir.

c-Türkiye ve Kürdistan’ı ortak vatan olarak görmekteyiz. Yeni Demokratik Özerklik hukuku, yeni Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve AB hukuku tarafından tanınarak yasallığı sağlanmalıdır.

Bölücülük devam ediyor;

d-Öz savunma örgütlü topluma dayanır. Varlığını korumanın olmazsa olmazıdır. Kürtler işgalci ve istilacı güçlerin saldırısından günümüze kadar her türlü işgal ve saldırılara karşı varlığını korumak için öz savunma içinde olmuştur. Şehir, kasaba, mahalle ve köylerinde yaşayan tüm halklar faşist, gerici ve soykırımcı (dedikleri; Türk Ordusu ve Türk polisi oluyor)saldırılara karşı bilinçli ve duyarlı olmalı, toplumsal direnişi ifade etmelidir.

e-Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımı sağlanmalı, Kürdistan’ın resmi dili Kürtçe ve Türkçe olmalı. Hizmet dili Kürtçe olmalı. Bölgede ki ekonomik kaynaklar kurulacak olan Kürdistan devleti tarafından kontrol edilmeli vs.vs.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşı olarak böyle rezalet görmedim. Ülke içinde bir ülke kurulmasının konuşulması demokratikleşmek ise ben demokrat olmak istemiyorum. Bağımsızlık uğruna bu güne kadar dökülen kanların hesabını kimler verecek!
Bu cennet vatanımızın birlik ve beraberliğini istemeyen Atatürk’ün bizlere emanet ettiği laik Türkiye Cumhuriyetinin yıkılması için elinden geleni yapan iç ve dış nifaklar son kozlarını oynamak için arenadalar. Sözüm ona kendini yazar çizer olarak niteleyenler TV. Kanallarında boy gösteriyorlar.

Kanıma dokunuyor kanıma!

Açılım ve Demokratikleşme adı altında her şey allak pullak edildi. Bir sevda peşinde koşanlar Türk ulusu ile oynuyor. Milletin meclisinde, Türk milletinin paralarıyla meydan okurcasına konuşuyorlar. Parçala, böl, yönet bermuda şeytan üçgenini uyguluyorlar. Neymiş efendim sadece düşünülmüş ve tartışılmış. Nasıl bir düşünceymiş bunlar da zafer kazanmış edasıyla açıklamalar yapılıyor. İşsizlik, yoksulluk ve ülkenin bütün sorunları çözülmüş, halkın refah seviyesi yükselmiş de, tek sorunumuz olan kürt sorununu konuşur hale gelmişiz.
Toplumsal mutabakat diye toplumu germeye hiç kimsenin hakkı yok.

Yazık çok yazık!

Bu güne kadar Türkiye Cumhuriyetinin her bir vatandaşı eşit haklara sahip olmadı mı? Yok siz Kürtsünüz de bu haklardan yararlanamazsınız mı dendi? Benim Anadolu’ma, kasabama, köyüme hizmet edildi de, doğu ve güneydoğuya mı hizmet götürülmedi? Kürt vatandaşlar aç, susuz, eğitimsiz deniyor. Peki! Yoksulluk içinde kıvranan bu devlete vergisini ödeyen diğer vatandaşlar ne yapsın?

Yeter artık!
Bu sinsi oyunlarınız ile şehit kanlarıyla sulanmış bu toprakları parçalamaya,
Türkiye Cumhuriyetini bölmeye gücünüz yetmeyecektir…

“Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir var oluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıy’la sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” M.Kemal ATATÜRK
23.12.2010

Nermin AYDINLI

7 Aralık 2010 Salı

TOPLUM OLARAK NEREYE GİDİYORUZ?

Günler günleri kovalarken bir oyana, bir buyana savrulan vatandaşın ülkemizde olanlardan haberi bile yok. Geçim derdine düşen yoksul halkı ise hiç mi hiç düşünen yok. Devlet erkanı ise kendi halinde açıklamalar ise çelişki dolu. Biri “emeklinin satın alma gücü arttı” diğeri ise “emekliler açlık ve yoksulluk sınırı altında” olduğunu söylüyor. Kime inanalım, kime dert yanalım. Ah ile vah ile ömrümüzü mü geçirelim. Yoksa peri masallarında olduğu gibi hayal dünyasında mı yaşayalım…

Seçimler yaklaşırken siyasi arenada hızlı gelgitler yaşanmaya başladı. Demokrasi, ifade özgürlüğü, düşünce hürriyeti çağdaşlık olduğu söylense de uygulama kişilere göre değişiyor. Sen ondansın, sen bundansın, bana karşı isen suçlusun anlayışı ne yazık ki almış başını gidiyor.

Vatandaş kendi derdiyle uğraşırken politikanın sadece kendisine verilen patates, soğan vs. yardımlar olduğunu düşünmesi normal değil mi sizce? Sandıklara halkın iradesi mi yansıyor acaba? işsiz, çocuğuna haçlık veremeyen, evine bir lokma ekmek götüremeyen anne, babadan kimin haberi var sorarım size...

Dünyayı sarsan WikiLeaks belgeleri hiç etkilemedi bile!!!

18.Milli Eğitim şurasında “Andımız” ve İstiklal Marşı’nın okunması zorunlu olmaktan çıkarılmasında ki amacı soranımız var mı?

Kıbrıs’ta neler oluyor, Ülkemizde demokratikleşme adı altında yapılan pazarlıklar, Türk Hava Sahamızın daraltılması, Sağlık ve eğitimde olan sorunlar, Tarım, Hayvancılık, Sanayi, Ekonomi vs.vs. sorunlar sanırım hiç biri bizi ilgilendirmiyor ne dersiniz?

TOPLUM OLARAK NEREYE GİDİYORUZ? Diye soranımız varmı???



07.12.2010

Nermin AYDINLI

28 Ekim 2010 Perşembe

YANDIK Kİ NE YANDIK...

Ülkemiz terör belasıyla yıllardır şehitlerine ağladı ve ağlamaya da devam ediyor. İmralı’da yatan vatan haini artık Türkiye Cumhuriyeti ile pazarlık yapıyor. Kürt hakları, demokratikleşme, çağdaşlaşma derken bir takım şeyler hafızalarımızdan silinip gitmişken TV. Kanalının birinde ucube giyinişli ve geçmişiyle övünürcesine konuşan bir kişi bizlere tekrar hatırlatılıyor. Bu kişinin kim olduğunu Fadime Şahin ismi geçtiğinde hatırlamayanımız olmaz sanırım. Evet, bu kişi Müslüm GÜNDÜZ.
Ekran da o kadar rahat o kadar da keskin sözler sarfediyor ki.”Kemalizm’in sonunun geldiğini, bu rejimi yıkmak istediğini açıkça söyleyen benim için hiçbir değeri olmayan bu şahsın bu güvenceyi nereden aldığını sormadan edemeyeceğim??? “Rejim bizi yere vurdu. Ama bizde rejimi yıktık” diyor ve ne kadar acıdır ki hukuk tarafından hiçbir şey yapılamıyor. Nerede kaldı devletin anayasal güvencesi?
Hele hele programcıların meczup diyeceğim bu kişinin konuşmaları karşısında gülmelerine ne dersiniz? Türkiye Cumhuriyeti nerelere gelmiş.Vah vah!!!Vatandaş ise ne halde bilen yok. Duyarlı, aydın ve geleceğinden endişeli olanların çığlığını duyan yok.
Demokratikleşme eğer bu kelimelerde gizli ise yandık ki ne yandık!!!
Bu kişinin özel hayatı hiç kimseyi ilgilendirmez ama söyledikleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi ilgilendirir. “Demokratik hakkını kullanıyor” diyenleriniz olacaktır ama maalesef ben rahat bir şekilde söylenenler karşısında gülemeyeceğim.
Affedersiniz ifade özgürlüğünü unutmuşum!!!
Sanki bir öncekiler ve yapılmak istenenler kapatılırcasına her gün gündeme yeni olaylar sunuluyor. Laikler ve anti laikler, Müslümanlar ve gayri müslimler, açıklar ve kapalılar, Türkler ve Kürtler vs.vs. şeklinde ayrıştırmak Türkiye Cumhuriyetini parçalamak ve bölmek değil de nedir?
Tabiî ki Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan herkes eşit olmalı, yurttaş anayasal güvence altında haklarını aramalıdır ama bu da vatan hainliğiyle karıştırılmamalıdır.
Lütfen kendimize gelelim her şey çok geç olmadan…

28.10.2010
Nermin AYDINLI

21 Ekim 2010 Perşembe

TÜRBAN MI, BAŞÖRTÜSÜ MÜ!!!

Ülke gündemi Türbanla meşgul olurken, kamu kuruluşları değil, üniversiteden sonra ilköğretim de türbanla girmek isteyen öğrenciler ortaya çıktı. Acaba bunlar bilinçli bir şekilde mi yapılıyor veya yaptırılıyor?
Türban veya başörtüsü çözümü için turlar devam ederken, yasaları ve yargı kararlarını hiçe sayan YÖK başkanı bu işe çözümü buldu bile!!! Evet Anayasa ve hukuk kuralları sanırım bir kenara atılarak bundan sonra yapılacak bütün sınavlarda türbanlı girilebileceğinin açıklanması kafalarda soru işaretleri bırakmıyor mu?
Türban mı, Başörtüsü mü? Diye tartışıla dursun Anadolu kadını başını yaşmakla, salma yemeniyle, tülbentle vs. örtmeye devam ediyor. Başörtüsü Anadolu kadınının geleneksel örtüsüdür. Türban tesettür giyiminin moda tarzı değil midir? Anadolu kadınının örtüsü neden siyasete alet ediliyor? Özellikle kadınlar üzerinden neden siyaset yapılıyor? Ben bir kadın olarak bunu şiddetle kınıyor ve siyasilerin kendilerine gelmelerini istiyorum. Benim annemin, anneannemin, babaannemin başörtüsünden ellerini çekmeleri gerektiğini düşünüyorum. İnançlarımızı hiç kimse kapalı veya açık diye sorgulayamaz. Bu güne kadar dini vazifelerini yapmak isteyen hangi vatandaş engellendi? Kimlerin inançları sorgulandı. Bu gün bu yapılan provoke değil de nedir? Sorun haline getirilen türban aslında ülkenin gerçek sorunu mu? Bütün bunlar örgütlenme değil de nedir? Bu temel hak ve özgürlük olmayıp laikliğe aykırı değil mi? Özgürlük deyip, anayasal hakların ihlal edilmesi ülkede kargaşa ve kaos ve kutuplaşma yaratmaz mı?
İslam dininde başı kapatmak var mı yok mu? Bu konu üzerinde değişik yorumlar yapılmakta ve ortaya kesin bir açıklama getirilmemektedir. Bu nedenle de vatandaşın kafası işin ehli olan veya olmayan kişilerin açıklamalarıyla karışmaktadır. Esas olan Kur’an değil mi dir? Peki! Kur’an’da “kadınların başlarını örtmelerinin emredildiği” söylenen ayet, Nûr Suresi’nin 31. ayetidir.

Söz konusu ayette Allah, Peygambere hitaben şöyle diyor:

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…”(6).
Aslına bakılırsa Kur’an’da kadınların başlarını örtmeleri konusunda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. . Ayette geçen “Başörtüsü” değil, sadece “Örtü”dür. Ancak nedense İslam âlimleri, ayette “Örtü” anlamında kullanılan “Humur” kelimesini, “Başörtüsü” olarak anlamışlar ve ona göre hüküm vermişlerdir. Gerçekte ayette bulunan ilgili cümlenin “Örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler” anlamına geleceği açıktır Bu konudaki düzenlemeler, tamamen müfessirlerin (Kur’an yorumcularının) ve fıkıhçıların (İslam hukukçularının) yorumlarına bağlıdır. Yani Kur’an’da örtünme konusunda düzenleme bulunmakla birlikte, kadınların başlarını örtmeleri konusunda herhangi bir hüküm yoktur ve bu konuda 1400 küsur yıldır var olduğu söylenen hüküm, bütünüyle İslam alimleri tarafından konulmuş hükümlerdir. Zaten başörtüsü gibi konularda çıkan tartışma ve çatışmalar da genelde bu gibi hükümlerden çıkmaktadır. Yani, Kur’an’da açıkça zikredilmemekle birlikte, daha çok İslam bilginlerinin anlayış, kavrayış ve algıları doğrultusunda ve Hz. Peygamber’den sonraki devirlerde konulan hükümlerdir.

Aslına bakılacak olursa, Kur’an’da ne bu ayette, ne de başka bir ayette “Başörtüsü” kavramı bulunmamaktadır. Sadece “Örtü” ve “Örtülecek yerler” den bahsedilmekte olup, kadınlar için örtülecek yerlerin, yani avret yerlerinin arasında “baş” ve “saçlar” bulunmamaktadır.

Her neyse okuma kültürü olmayan bir toplum olarak Kur’an’da Nûr Suresi’nin 31. ayetinde Allah, Peygambere hitaben şöyle diyor kısmından itibaren Ömer Sağlam hocamızın yazısından alıntıları sizlerle paylaşmak istedim.

Ülkemizin derdi açılmak veya kapanmak olmazsa olmazlarımızdan olmamalıdır. Ülke yoksullukla, terörle boğuşurken neden önümüze bu tür gündemler konulmaktadır. Bir toplum yoksul bırakıldıkça gerçek gündemden uzaklaşır. Ülke üzerinde hain emelleri olanların, rantçıların, çıkarcıların işleri kolaylaşır. Yetki alan siyasi otoritenin halkı germeye hakkı yoktur.Adalet siyasete alet edilemez.Demokratikleşiyoruz diye hukuk kuralları ihlal edilmeye başlanırsa sonumuzun ne olacağını varın siz düşünün!!!

Nermin AYDINLI
21.10.2010

15 Eylül 2010 Çarşamba

REFERANDUMUN GALİBİ

Aylardır ülkeyi meşgul eden Anayasa paketi sonunda oylandı. Bir taraf evet derken bir taraf hayır oyu kullandı. Kimisi bilerek, kimisi bilmeden, kimileri de benim partim diyerek gelecek ile ilgili karar verdi. Peki! bu referandumun sonucu bizlere ne getirir veya neler götürür hiç düşündük mü? 13 Eylül itibarıyla yeni anayasa paketinin hazırlanacağı konuşulurken başkanlık sistemi de gündeme getirilmeye başlandı. Nedir bu başkanlık sistemi? Ülkemiz buna hazır mı? Olmazsa olmazlardan mı bu sistem? Kim neyi ne kadar biliyor. Çok üzgünüm ama hiç kimse hiçbir şey bilmiyor. Birileri bizlerin önüne koyuyor ve peşinden sürükleniyoruz. Dedik ya ne getirir, ne götürür zaman içinde görülecektir. Birçoğunun söylediği gibi ‘ülkemiz için ne hayırlı ise o olsun’ derken geç kalmış olmayalım! Ülkemiz de bir ayrışmaya gidildiğini ve bir takım hesapların yapıldığını da görmezden gelmememiz gerekir. Darbelere son verilecek derken bu yapılanın sivil darbe ve Atatürk ilke ve devrimlerinin tırpanlamaya başlanılması demokratikleşme amacı altında yapıldığını da görmemek mümkün değil.
Referandum sürecinde insanların büyük bir çoğunluğunun neden oylama yapıldığını bilmediğini alan çalışmalarında birebir gördüm. Çoğu yerlerin özellikle yoksul kesimin muhtaçlık duygusu içinde olduklarından gelen yardımların büyük etkisinin olduğunu görmemek mümkün değil. Çoğu konuşmalar içimizi buran cinstendi. Anayasa paketi hakkında ne düşünüyorsun, neye oy vereceğinizi biliyor musunuz? dendiğinde;”ben bilmem, ben açım, işsizim, gelen yardımlarla geçiniyorum, bize de AKP veriyor, başkası gelse bunları kesecekmiş” şeklinde verilen cevap vatandaşın ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor. Kusura bakmayın ama sanki kendi ceplerinden verilircesine devletin her türlü olanaklarını kullanması ne kadar doğru ve adaletli sizce? Elbette yoksulumuza ve düşkünümüze yardım edilmeli ama onu hazırcılığa, acizliğe iterek değil, insanlık onuruna yakışacak ve kendisinin de bir birey olduğunu hissettirecek olan iş imkanı sağlanarak yapılması en güzeli değil mi?
Ayrıca bazı şeyleri şaşkınlıkla izledim. Bir annenin ATATÜRK’ÜN büstünü gösteren çocuğuna “bilmene gerek yok o bir put” demesi kadar vahim ne olabilir ki! Yazık çok yazık nedir bu Atatürk düşmanlığı? Nedir bu cumhuriyetle hesaplaşma? Korkunç hem de çok korkunç!!! Bütün bu yaşananlar neyin belirtisi? Endişe duymamak, bize bir şey olmaz demek ise rehavet içinde olmak değilmidir? İmralı’da yatan caninin “demokratik özerklik istiyorum” demesi her şeyi göstermiyor mu? Kısaca taşlar bir bir yerine oturtturuluyor. Bilerek yoksun ve yoksul bırakılan vatandaş ise nelere alet olduğundan haberi yok. Ama haksızlıkçık ta etmeyelim bilenlere değil mi?
Kısaca bu referandumun tek galibi YOKSULLUK olmuştur. Hiç kimse zafer çığlığı atmasın.
14.09.2010
Nermin AYDINLI

6 Eylül 2010 Pazartesi

KORKU VE ENDİŞE

Günümüzde siyaset öyle bir hal aldı ki ağızdan çıkan sözlerle korku toplumunun yaratıldığını görmemek mümkün değil. Toplum tehdit edilircesine söylenen sözlerle yıldırılıyor ve korku ortamı yaratılıyor. Böylesine korku saçılan bir ülke de demokrasinin olduğu söylenebilir mi? Her insanın vatanının bölünmez bütünlüğüne zarar vermeyecek şekilde özgürce düşüncesini ifade edemeyecekse o zaman konuşan değil, susan bir Türkiye istenildiği sanırım hiçbirimizin gözünden kaçmıyordur. Daha doğrusu Millet (ulus) kavramlarının yok edilerek ümmetçi bir toplumun yaratılmaya çalışılması aşikar değil de nedir? Demokratik bir ülkede tehdit ve bilgi kirliliği insanları korkuya ve yanlış yönlendirilmesine neden olduğu gibi o ülkede bireysel haklardan ve demokrasiden söz edilemez. Görmedim, duymadım diyen vatandaşın acaba çoğulculuk ve çok seslilik anlayışıyla hareket etmemesi onun kişilik haklarının elden alınması demek değilmidir ? Böylesi bir ortamda demokrasiden söz edilebilir mi? Bir ülkede korku varsa, yoksulluk varsa, kişi hakları gasp ediliyorsa o ülke de eksen kayması başlamış demektir. Korku ve endişe totaliter rejimlerde olur. Totaliter rejimde ifade ve düşünceni yansıtamazsın. Karşıt görüşlüler sindirilir, baskı uygulanır, sorgusuz sualsiz cezaevlerine atılır, işkencelere maruz kalır hatta öldürülür. Demokrasi kavramı ise yok edilir.
Günümüz de yanlış uygulamalar ve bir dizi isimlendirilen operasyonlarla ne ile suçlandırıldıkları bile bilinmeden cezaevlerinde tutulanlar neyin başlangıcıdır? Tarafsız olması gereken medyanın yanlı davranması veya davranmaya sevk edilmesi doğrumudur? “Ben seçildim ve benim her şeyi yapmaya hakkım vardır” anlayışı içinde olmak diğer bireylerin haklarının ihlali ve baskı değilmidir?
Bu ülkede yaşayan her vatandaşın görüşlerini, düşüncelerini ve ülke sorunlarını dile getirmeye hakkı vardır. Düşünemeyen, konuşamayan, bireysel haklarını kullanamayan bir toplum geriler, çağ dışı yaşantıya sürüklenir. Hangimiz isteriz baskı ve zulüm görmeyi. Bizler emperyalist güçlere karşı bağımsızlığımızı ilan etmiş, kahraman bir toplumun çocuklarıyız. Bizlere armağan edilen bu güzelim cennet ülkemizin karanlığa gömülmesine, vatan toprağımızın parçalanmasına asla izin vermeyiz ve vermemeliyiz. İktidar hırsı içinde olanları en kısa zamanda ülkenin en büyük sorunu olan yoksulluk, işsizlik ve diğer sorunlarını çözmeye davet etmeyi duyarlı ve ülkesini canı pahasına seven, hukuk devletine inanan bir yurttaş olarak hakkım olduğunu düşünüyorum. YA SİZ??????


“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilin de iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.


Ey Türk İstikbalinin Evladı!
İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”Mustafa Kemal ATATÜRK


Nermin AYDINLI

19 Ağustos 2010 Perşembe

YA SİZ???

Ülke toz duman. Her şey birbirine karışmış neyin doğru, neyin yanlış olduğunu çöz çözebilirsen!!! Vatandaşın kafası ise allak pullak. Bir kısmın ise olan bitenlerden haberi yok. Hal böyleyken gelecek ile ilgili kaygı duymayanları da anlamış değilim. Soruyorum size her şey güllük gülistanlıkta ben mi acaba halüsinasyon mu görüyorum? Sizce demokratikleşme nedir? Peki! demokratikleşme diye bas bas bağırılırken ispatlanmamış suçlarla içeriye tıkılanlar ne olacak? Türk Ulusunun en değer verdiği, canını emanet ettiği silahlı kuvvetleri şimdi ne durumda? Referandum açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, ülkenin bağımsızlığına çözüm mü acaba? Ya da kapalı kapılar arkasında neyin pazarlıkları yapılıyor da sandığa gidilmeyeceğini açıklayan DTP, şimdi ‘Şartlar oluşursa yeni anayasayı destekleriz’ diyor. Ve “Devletle anlaştık, ateşkes imzaladık” diyen hain Murat Karayılan’ın bu açıklaması ne anlama geliyor? “Kürt sorunu artık bir çözüm sürecine girdi” diyen Ahmet Türk’ün bu açıklamasının içeriğinde neler var? Nereye doğru sürükleniyoruz, bizleri neler bekliyor. Endişe ediyorum ülkemin geleceğinden!!! YA SİZ???

Nermin AYDINLI

2 Ağustos 2010 Pazartesi

KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ

Gündemin yoğunluğu bazı gerçek sorunları geride bırakıyor ve sanki öyle bir sorun yokmuş gibi gündemde yer alamıyor. Bunlardan en önemlisi olan kadın erkek eşitliği (pozitif ayrımcılık) dir. Geçenler de Sn. Başbakanın Sivil Toplum Kuruluşlarıyla yaptığı toplantıda “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyor. Orada bulunan kadınlara fazla açık vermemek için üstü kapalı “farklı doğarlar, farklı görevleri vardır” diyor. Yani; kadın toplumda sadece çocuk üreten, annelik görevini yapan, erkeğe hizmet eden, kusura bakmayın ama seks aracı olarak gördüğünü üstü kapalı bir şekilde anlatmaya çalışıyor.
Tabiî ki kadınların biyolojik yapısının daha narin ve hassas olması çağdaş bir ülkede kadınların yasal haklarının olmaması anlamına gelmez. Kadın erkek eşitliğini, biyolojik farklılığa bağlamak nasıl bir düşünde tarzıdır anlamış değilim!!!
Kadın; düşünen, üreten, yöneten bir insandır. Erkek ile farklılığı biyolojiktir. Kadını arka plana iten zihniyet asla toplumun gelişmesini istemez. Her ne kadar Türk Kadını dünya’da en önce haklarını almış olsa da maalesef günümüze kadar istenildiği düzeye gelememiştir. Gelen iktidarlar pozitif ayrımcılıkla ilgili yasa ve düzenlemelere istenilen ölçüde yer vermemiştir. Kadınların işgücü piyasasına katılımları yetersiz ve siyasette ise kadın sayısı parmak sayısı kadar azdır. Kadın erkek eşitliği lütuf değil, bir haktır. Kadınlara her alanda fırsat eşitliği, çağdaş, laik demokratik cumhuriyetimizin ön koşuludur. Kanun önünde kadınların erkekle eşit duruma gelmesi, eşitsizlik sorununu çözmez. Cinsiyetler arası eşitliğin bir parçası olan “pozitif ayrımcılık” ilkesi yaşama mutlaka geçirilmelidir.
Teknolojinin yetişilemediği bir dünya da maalesef bizler kadın erkek sorununu bile çözemedik. Kadının toplumdaki yeri sadece biyolojik, hele hele kadının bir malzeme olarak görülmesi kadınlar açısından onur kırıcı ve küçük düşürücü değil de nedir ki?...
Çağdaş bir Türk kadını olarak, böyle düşünenleri kınıyorum. Her ne kadar kadın yok sayılmaya çalışılırsa çalışılsın Türk toplumunun gelişmesi için her alanda yer alacağız, hiç kimsenin bizi kapalı kapılar arasına atarak yok saymasına izin vermeyeceğiz. Bu vatanı bize emanet eden, kadının toplumda yer alması için her türlü hakkı veren Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’e ve silah arkadaşlarına çağdaş, laik Türk kadını olarak bir kez daha minnet ve şükran duygularımızı ifade ediyoruz.

Kadınları küçümseyen sözlerin söylenmesine kızan Mustafa Kemal ATATÜRK;”Bunları ağza alanlar kendi analarına, eşlerine, kız kardeşlerine ve kızlarına hakaret etmekten başka bir şey yapmıyorlardır.”
"Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir."

02.08.2010
Nermin AYDINLI

28 Temmuz 2010 Çarşamba

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR!!!

Ülkemiz de yaşananlar gittikçe akıl almaz bir hal alırken askere, sivile, haksızlığı dile getirenlere son yapılan uygulamalar ise tam faşizan bir hal almıştır.1980 ihtilalinden hesap sorulacak derken günümüzde yapılanlar o günleri aratmaz oldu.Korku yaratılarak "biz herşeye ve herkese dokunuruz" düşüncesiyle ülkenin gerçek gündemi olan yoksulluk, terör göz ardı edilmektedir.Ülke gündemine dair yazacak ve söyleyeceklerimiz bitmeyecek ve yazmaya devam edeceğiz.Düşüncelerimi kısaca belirttikten sonra değerli üstadımın yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Nermin AYDINLI

"Türkiye kâbus yaşıyor?

Sanal ortamda bile düşünceler, olaylar faşizan uygulamalara takılmamak için açıklanmıyor. Yazmak için can atanlar, içleri dolu, kalemi haykıranlar artık köşelerine çekildi. Hayır çekilmedi de çekilmek zorunda bırakıldı. Sıkıysan yaz, her cümlen takipte ve kayıtta. Bu koşullarda kim yazı yazabilir ki? Üstelik millet için çırpınanların başına bir şey geldiğinde, hakkı savunanlardan kaç kişiden destek mesajı alıyor bunu da sorgulamak lazım. Silivri’de kalemlerinin ve dillerinin bedelini yargısız infaz olarak ağır bir şekilde ödeyenler var. Onlar ve diğerleri neden orada? Milletin hakkını ve geleceğini savundukları için, kendilerini feda ettikleri toplumdan çıt yok. Neden çıt yok? Bu sorgulanmalı. Birincisi faşist uygulamalar ve korku, ikincisi ise iyi oldu memnuniyeti. Malum açıldık, saçıldık, bölündük.

Temmuz ayı sıcak mı sıcak geçiyor. Aynen Türkiye’de yaşananlar gibi. Asker, polisi dövüyor, PKK azdıkça azıyor, Şehitlerimizin arkası ardı kesilmiyor (Dillendirdiğinizde, şehitlerden nemalanıyor oluyorsunuz). Ne acı? , artık eşkıya şehirde at oynatıyor. Halk tepki veriyor ve korkulan senaryolar yaşanmaya başlanıyor. Özetle tetiğe basılmış kabuslu günlere doğru bilinmezlik içinde gidiliyor. Generaller tutuklanıyor. Yargı delik deşik. Tutuklayanların hukuk nosyonları ve kariyerleri sanırım ordinaryüs profesör seviyesinde . Hocaların hocası ne derse saygı duymak lazım. Verdikleri kararlar siyasi de olabilir, kişisel kininden de kaynaklanabilir, ordu karşıtlığı ve birlikteliğe kurşun sıkma hedefi de olabilir. Tam aksine birliğimiz, beraberliğimiz, bölünmezliğimiz adına da bunları yapıyor olabilirler! mi dersiniz?!!!!
Hatay olayları. Yıllardır geliyorum diyen bir olay, çoğu hayretler içinde. Üç yıl önce İskenderun, Dörtyol, Hatay gezim oldu. Halk şikayetçi, kimseye seslerini ulaştıramıyor, kimse de dinlemiyor. Güzelim narenciye bahçelerini doğu kökenliler önceleri tahrip etmişler, sonra da zorlan ve cebren halkın elinden almışlar, yerli halkı göçebe durumuna düşürmüşler. Bu olaylardan emniyet güçlerinin, tapu işlemlerini yapanların haberleri yok mu? Hele hele mülki amirlerin. Hal böyle iken gelinen nokta hiçte öngörülmeyen nokta değildi. İskenderun ve Hatay’da çok olayların yaşandığını dinledik. Üzüldük, içimiz parçalandı.

Adamlar yıllardır bağırıyor Akdeniz’e ve Karadeniz’e açılacağız diye. Aynı şekilde Mersin, Adana, Gümüşhane, Tokat, Giresun buralarda denize açılma yolları. Karadeniz’de üretici doğulu terörist işçi istemiyor. Zaten batının anasını ağlatıyorlar. Haraç bunlarda, her türlü pis işler bunlarda. (Türk milleti ile bir ve bir arada olan Kürtler bu yazının dışında, onlara söyleyecek sözümüz olamaz)
Polis, askere dayak atıyor. Emniyet gücü emniyet gücüne dayak atıyor. Şu cürete bakın. Sen kimin polisisin Allah aşkına. Yönetim birimlerinde haftalık asayiş toplantıları olur. Mülki Amir, polis, jandarma gerek duyulduğunda diğer birim amirleri bulunur. Asayiş toplantısında polisin askere dayak attığı bir gündemin olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Biz neyle uğraşıyoruz? Eve-Hayır’la gündemimiz Evet-Hayır değil beyler. Suni gündemin arkasında halk isyan ediyor, isyan edecek noktaya getirildi.

Gündemimiz artık halkta bıçağın kemiğe gelmiş olması. İnegöl, Hatay olayları, az geçmişte İzmir, İstanbul olayları. Artık halk ayrılıkçılara karşı tepkisini yakarak, yıkarak veriyor. Türkiye’nin gündemi bu. Generalleri tutuklama, boş laf, boş söylemler de bulunma, Silivri eziyet ve işkence kampını doldurma, gündem bu değil. Hele hele dinci bir kadrolaşmanın gerçekleştirildiği rejimi dinci bir rejime dönüştürmek hiç değil. Durumun vehametini ABD’de yaşayan günümüz mimarı zat-ı muhterem de görüyor ve uyarıyor. TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR? Hâla bu soruyu beyninizde yanıtlayamamışsanız. Sizin beyniniz durmuş, gözünüz görmez, kulağınız duymaz olmuş, Kusura bakmayın bu dünyada yaşamıyorsunuz. Türkiye ise hiç umurunuzda değil.
Alıntı:Tuz Yolu-B.AYHAN
Bunu E-postayla Gönder BlogThis! Twitter'da Paylaş Facebook'ta Paylaş Google Buzz'da Paylaş
zaman: 10:57
Tepkiler:
0 - Y o r u m (Siz de yorum yapınız):

Yorum Gönder




Önceki Kayıt Ana Sayfa
Kaydol: Kayıt Yorumları (Atom)

23 Temmuz 2010 Cuma

LÜTFEN UNUTMAYALIM!

Ülkemiz de bütün sorunları hallettik ve tek sorunumuz olan anayasa paketine odaklandık. Ne diyelim şaşkınlıkla izliyoruz medyayı. Gündemi meşgul eden 12 Eylül darbesinin üzerinden tam 30 yıl geçti. O günlerde nice ocaklara ateş düştü. Nice gençler darağaçlarında, işkencelerde can verdi.O günleri yaşayanlar elbette yüreklerinde acıyı hala duyuyor ama bu günün o günlerden farkı ne acaba?...
Yine göz yaşı, nice fidanlar teröre kurban veriliyor.Yine anaların göz yaşı dinmiyor.Bu gün bunlara çare bulunacağına 30 yıl önceki yaşananların hesabı sorulacak deniyor.Ne duruyorsunuz sizi engelleyen hiçbir şey yok. İmralı da yaşayan bebek katilinden ve PKK terör örgütü üyelerinden neden hesap sormuyorsunuz?
Evet faili meçhul olan aydınlarımızın katillerinden hesap sorabildik mi?Kemal Türkler’in katiline zaman aşımı oluyor, ailesinin feryadını kimse duymuyor ama her nedense 30 yıl önceki geçmiş bir bir film şeridi gibi halka sunuluyor. Suçlu 30 yıl önceki de suçlu, 20 yıl önce ki de suçludur. Suçun zaman aşımı olmaz. Ha! yanlış anlaşılmasın asla ve asla 12 eylül’ü savunmam ve hatta hesap sorulsun isterim. Darbeleri hiç kimse özlemez çünkü demokrasinin yok olmasıdır. İnsanların acı çekmesidir. Bunlarda hem fikiriz amma! yanlış zaman ve dayatmaya getirilen bir Anayasa. Sorarım size o zamanki askeri darbe de, şimdi yapılmak istenen sivil darbe değil de nedir?...
O zamankinden ne farkı var?... Zorlama ve çeşitli dalaverelerle halka içeriği tam olarak anlatılmadan duygusal ve mağduriyete sokularak kamuoyuna yansıtılan anayasanın oylatılması ne kadar doğrudur… Bütün kanallarda siyasiler, aydınlar ve kendini yazar, çizer olarak nitelendirenler bu konuyu değerlendiriyor ve anayasanın yargıyı bağımlı hale getirileceği nedense söylenmiyor. Peki! yargısı bağımlı hale gelen bir ülke de özgürlükten, temel hak ve hürriyetlerden bahsedilebilir mi? Herkesin görüşü kendini bağlar ama el insaf be kardeşim! bu ülkenin geleceğini ciddi bir şekilde etkileyecek olan kararlar üzerinden lütfen siyaset yapmayalım. Halkın manevi duygularıyla oynamaya kimsenin hakkı olmadığı gibi o günün mağdurları üzerinden yapılan siyaset ise tamamen mağdurların ailelerini huzursuz etmekten başka bir şey değildir. Nasıl ki geçmişin acıları silinmiyorsa, bu günde teröre sürekli kurban verilen Mehmetçiklerimizin acıları da silinmez. Maneviyatımız da kul hakkının çok önemli olduğunu unutmadan gelecekte vebal altında kalmayı istermisiniz???...
Yargıda bağımlılık kölelik, kulluk dönemini getirir.Son pişmanlık fayda etmez ve Türkiye’yi hiçbir şey kurtaramaz. Geleceğimizi kendimiz belirleyeceğimizden dolayı iyi düşünelim!!!
İnsanların ilgisi başka yönlere çekilerek bu referandum ile HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısının değiştirilmek istendiğini, Siyasetin yargıyı etkileyeceğini lütfen UNUTMAYALIM!...

22.07.2010
Nermin AYDINLI

16 Temmuz 2010 Cuma

SORUNUMUZ YOKSULLUK

Türkiye’ye egemen olan güçler, siyasiler sadece doğuyu, güney doğuyu değil bütün bölgeleri yoksul bıraktılar ki daha çok sömürü ve yoksullar üzerinde rant sağlamayı amaçladılar. Yoksul ve yoksun bırakılan bölgelerde devlet gücünü o bölgelere yatırımlar yaparak kullanmalıdır. Tarım ve hayvancılık yine ön plana çıkartılmalıdır. Ülke doğal kaynaklarını kendisi kullanmalıdır. Peşkeş çekilen ülke ekonomisinde önemli yeri olan kurum ve kuruluşlar tekrar geri alınmalıdır. Bunların yanı sıra insanın insan gibi yaşamasını sağlayacak sosyal devlet anlayışını uygulamalıdır.
Ülkemizin sorunu Açılım ve Kürt sorunu değildir.
Sorun YOKSULLUK, yok edilmeye çalışılan İNSANLIK ve İNSANLIK ONURUDUR.
Barış ve demokrasi için yoksulluğun yok edilerek, insanın insan gibi yaşaması sağlanmalıdır. Siyasi rant, dini sömürü ve kulun kula köleliği halkın yaşam seviyesinin yükseltilmesiyle son bulur. Devlet sosyal devlet olma özelliğine tekrar kavuşturulmalıdır.
Devletin ülke ekonomisindeki istikrarsızlığı, sınıflar arasında uçurumların oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle ülkemizde çığ gibi büyümüş enflasyonun sıfır.… olarak açıklanması ne kadar inandırıcıdır. Siyasi irade çözüm yerine çözümsüzlük üretirse her şeyin allak pullak olmasına neden olmaktadır. İnsanların en doğal yaşam haklarını ellerinden alınması demek değilmidir yoksulluk?... İhtiyaçlarını karşılayamayan yoksul insanlardan değerlerine sahip çıkması istenebilir mi? Demek ki; insanlar bilinçli bir şekilde yoksullaştırılıyor ki kan emiciler, rantçılar daha kolay emellerine ulaşabilsinler.
Yoksulluk terörü yaratır.
Yoksulluk emek sömürücülerinin çıkar kapısıdır.
Yoksulluk karamsarlık getirir vs.vs.
Maalesef ülkemizde yaşanan son gelişmeler halkı çıkmaz bir yola sürüklemektedir. Özellikle 12 Eylül’de yapılacak olan Anayasa paketi tam bir muemmadır. Hiç kimse bu pakette ne var, ne getirecek ve ne götürecek bilmiyor. Vatandaş sandık başına gittiğinde bilinçsizce siyasi partisine göre oyunu kullanacak. Bu anayasa değişikliği halkın hiçbir sorununu çözmeyecektir. Bu anayasa değişikliği halka bir dayatmadır. Bu nedenle halkımızın daha duyarlı olması gerekir. Özgür bir birey olarak yaşamak istiyorsak vatanımıza, ordumuza, yargımıza ve haklarımıza sahip çıkmalıyız. Yoksulluk bizleri yıldırmasın. Yoksulluk içinde bütün emperyalist güçlere karşı savaşarak emsali görülmemiş bir mücadeleyle ve vatan aşkıyla Türkiye Cumhuriyetini bizlere emanet eden Ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, silah arkadaşları ve bu ülke için canını vermekten çekinmeyen kahraman aziz şehitlerimizin mirasına sahip çıkmalıyız.
Her bir karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış olan Türkiye Cumhuriyetinin kolay kurulmadığını unutanlara bir kez daha hatırlatalım!!!
“Vatanımız, Türk Milleti'nin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını sürdüren eserleri ile bugünkü yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez ve bütündür.”M.Kemal ATATÜRK

Nermin AYDINLI

9 Temmuz 2010 Cuma

ATATÜRK BİZİM

Seveni ve sevmeyeni bol olan Hıncal Uluç'un yazısı.Yoruma bile gerek yok.

Gün Atatürkçülerin günüdür!..Atatürkçüler!..Atatürk Cumhuriyetinin sahipleri..
Laik, çağdaş,
batılı, demokrat Türkiye Cumhuriyeti' ne inanan insanlar.. Eğer bugün susarsanız, bugün sinerseniz, bugün koparılan gürültüler, toz duman edilen ortamda Atatürk ve Cumhuriyeti' nden şüphe ederseniz hele, biteriz.
Atatürk biter. Atatürk Cumhuriyeti biter..
Yıllar önce İkinci Cumhuriyet sulandırmasıyla ortaya çıkıp, aslında Ortadoğu ve Orta Asya'ya göz dikmiş Amerika'nın ihtiyaç duyduğu tampon, uydu "Ilımlı İslam" devletine döneriz. O zaman yeni bir Atatürk de bekleyemeyiz.
Çünkü Atatürkler tarihte kolay yetişmiyor.. En azılı düşmanı Lloyd George'un dediği gibi, yüzyılda bir geliyorlar dünyaya..
Geçen yüzyıl bize nasip olmuştu.
İki yüz yıl üst üste şansın bize dönmesini ummayın..
Bakın, Ortadoğu ve Orta Asya siyasetini tamamen bir Ilımlı İslam Türkiye'ye bağlamış Amerika'nın niyetleri nasıl açık!.. Ne diyor gayri resmi sözcüleri Newsweek dergileri..
Türkiye'de iki derin devlet var. Biri temiz.. Onlar Atatürk
Cumhuriyetçisi laikler.. Kimler?.. Ordu.. Yargı.. Üniversiteler.
Yani tüm dinamik güçler ve tüm Atatürk bekçileri..
Bunlara dil uzatamıyor. Ne diyor.. Bir de Kirli derin devlet var..
Temiz derin devlet varlığını devam ettirebilmek için kirliye muhtaç.
Yani eninde sonunda o da bulaşık... O da kirli..
..Ve baklayı ağzından çıkarıyor..
"Ey Türk milleti.. Bu derin devletten kurtulmak için tek yol var önünde.. Mart ayındaki seçimlerde oyunu AKP'ye ver. Yüzde 47'den daha fazla ver ki, onlar iyice coşsun, ötekiler iyice pıssınlar.." Yani, Deniz Baykal'ın göstermelik, Devlet Bahçeli'nin "Yavru" muhalefetine bile tahammül edemiyorlar, görünüşte.
Aslında Amerika'nın sorunu muhalefet değil. Bir Kemal Derviş müdahalesiyle işi nasıl başarıp, darmadağın ettikleri tüm öteki partiler yanında iktidarı AKP'ye nasıl altın tepside sunduklarını bilmeyen var mı?. Amerika'nın sıkıntısı Atatürk'ün ve ilkelerinin yılmaz bekçisi Ordu..
O orda, öyle dimdik durdukça, cumhuriyetin laik ilkelerinden ödün vermek, Ilımlı İslam devleti kurmak mümkün olmayacak..
O zaman hedef ne?..Ordu!..
Türkiye'nin derin devleti var da Amerika'nın yok mu?..
Onlar salmazlar mı kendi derin devletlerini Türk Ordusunun üzerine..
O ordu yıpratılır, o ordunun Türk halkı nezdindeki başından beri açık ara süren "1 numaralı güvenilen kurum" niteliğine gölge, şüphe düşürülürse iş kolaylamaz mı?..
Oynanan oyun bu..Bu ülkede her iktidar, polisi ele geçirebilir..
Ama Menderes dahil, Ordu'yu ele geçirebilen çıkmadı. Çıkmaz.
O Harpokulu orda durdukça çıkmaz. Bugün polis ne durumda biliyor musunuz?.
Tarikatlar ne kadar sızmışlar haberiniz var mı?. Bugün Ordu'yu yıpratan her olayın içinde ve başında polisin olması tesadüf mü?.
Polis, yargının, yani savcıların, mahkemelerin isteğiyle mi hareket ediyor, yoksa iktidarın emir kulu mu?.
Polisin o gün nereleri basacağını polisten evvel devlet televizyonunun bilmesini neye bağlıyorsunuz mesela.. Çok kritik bir Ordu mensubunun evi basılır, güya çok önemli belgeler ele geçirilirken, savcılara haber verilmeyişi, polisin eve gelip yalnız başına 3 saat çalışması ve bilgisayarı yedekleme yapmadan alıp gitmesi tesadüf mü?. İçinden çeşitli silahlar çıkan kazı yapılırken, polisin tüm özel yayın kurumlarına engel olup, sadece TRT kameramanı eşliğinde çalışması hep masum tesadüf, ya da talihsizlikler mi?. Ordu'dan şüpheyi pompalayan satılık kalemler, hem de bu kadar temel yanlışı yapan polisi niye eleştirmiyorlar sizce?. Geçen gün, bulunan silahlarla ilgili, 1965 yılında askeri okulda bize verdikleri dersi özetledim. İşgal altındaki ülkede, işgalcilerle gerilla savaşı yapmak için, barışta gömülen, saklanan silahları anlattım. Bir emekli General dedi ki.. "Yazdıkların doğru.. Bak sana söylüyorum. Bugün bulunan tüm silah ve cephanenin devlete kayıtlı olduğunu asker de, polis de biliyor. Asker görev bilinci içinde sırlarını açıklamaz. Susuyor. Polis bunu biliyor ve kullanıyor.. Asker hızla yıpranıyor.." Ergenekon adı altında kopan tüm gürültünün baş hedefi, Atatürkçüler ve de özellikle Atatürk'ün ordusu..
İşte onun için diyorum..
Gün susma, sinme, geri adım atma, "Hele bir bekleyelim" deme günü değil..
Onlar organize.. "Fet" diyorum, yüzlerce küfür, tehdit maili yağıyor.
Bir yerden işaret almış gibi.. Bütün gazete yöneticileri, bütün köşe yazarları bu baskının altında..
Atatürk'e söven yazılar son günlerde nasıl azdı, nasıl yoğunlaştı?..
Çünkü onlara da alkış yağıyor her sövmelerinde, ayni merkezlerden. . Coşuyorlar.
Atatürk Cumhuriyetçileri. .Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler..
Korkmayın.. Sinmeyin.. Susmayın.. Bilgisayarlar kilitlensin haykırmanızla. ..
Atatürk'ün kurumları, onlara sahiplendiğinizi görsün, hissetsin, yaşasınlar..
Bu ülke bizim.. Bu cumhuriyet bizim.. Atatürk bizim..Biz yaşadıkça..
Korkmadıkça, sinmedikçe, palavraya pabuç bırakmadıkça..
* * * * * * * * * * * * * * * Hıncal ULUÇ

20 Haziran 2010 Pazar

HEYHAT!!!!!!!!

Yine göz yaşı yine kan…Sözün bittiği yer mi acaba…Söylendi ve bu gidişle söylenmeye devam edecek “Vatan sağ olsun”…Evet yine göz yaşı yine kan ve şehitler.Vatan sağ olsun, analar, babalar, bacılar, kardeşler, eş ve dostlar…Yine ateş düşen ocaklar, anaların göz yaşları ve yüreklerden kopan parçalar.Öncekiler gibi bunlarda gencecik fidanlar. Boğazıma bir şeyler düğümleniyor, yutkunamıyorum kelimeler yetersiz kalıyor hissetiklerimi anlatmaya. Türk Milleti için vatan kutsaldır, vatan borcu namus borcudur. Analar oğullarının beşiğini tıngır mıngır sallarken,
“Eledim eledim höllük eledim.
Aynalı beşikte bebek beledim.
Büyüttüm besledim asker eyledim.” türküsünü tuttururken evladının o korkunç acı haberini almak nasıl bir şeydir Allah’ım sen sabırlar ihsan eyle. “Ateş düştüğü yeri yakar” sözünü parasının gücüne güvenenlere hatırlatmak isterim.Evet yine göz yaşı, yine kan…Analar ağlamasın derken yine ağlayan analar sönen ocaklar…Heyhat! Feryat ediyorum!!!Neler neler söylemek istiyorum amma velakin….

Nermin AYDINLI
20.06.2010

22 Mayıs 2010 Cumartesi

DÜRÜSTLÜK

Dürüstlük nedir? Kişilere göre bu terim değişir mi? Dürüstlük, TDK.sözlüğünde “Doğruluk”,diğer sözlüklerde ise “özü sözü bir olma”, olanı olduğu gibi yansıtma”,”gerçeği saklamama”, bildiğinden, inandığından ve olduğundan başka türlü görünmeye veya göstermeye çalışmama” olarak tanımlansa da eski Türkçe’deki karşılığı SAMİMİYETTİR.Peki kendimize bile samimiyiz? Bu soru üzerinde birkaç saniye düşünelim. Belki de verdiğimiz cevap hoşumuza gitmeyecek olsa da en azından gerçekle yüzleşmiş olacağız. Samimiyetin karşıtı samimiyetsizlik (ikiyüzlülük)tir. Samimiyetsizlik insanlar arasında dostluk ve sevgiye engeldir. Bu tür insanlarda nefisleri öne çıkar ve ilişkilerini ona göre düzenledikleri için toplumda fazla sevilmezler. Dürüst, samimi olan insan nefisine yenik düşmez. Dostluk ve insan sevgisini çıkarlarına göre belirlemez. Ne olursa olsun kendi kendisine tam anlamıyla samimi ve dürüsttür. “Bir insan ya dürüsttür ya da ikiyüzlüdür” sözünü yabana atmamak gerekir. Günümüzün globalleşen dünyasında çıkarlar ön planda tutulduğu için dürüstlüğün yerini ikiyüzlülük almıştır. Herkes birbirine, yıkılmaz sanılan güçlü dostluklarda bile kuşku duyulur hale gelinmiştir. Yalancı, riyakar ve çıkarcı insanlar daima çevresine ve topluma zarar vermiştir. Bu tür insanların karakterleri zayıftır. Bencil ve hiç kimsenin iyi olmasını istemez ve ilişkileri çıkara dayanır. Kim nerede ve hangi görevde olursa olsun dürüst olmalıdır. Kişiliğinden gelip geçici hevesler için asla taviz vermemelidir. Dürüstlük; kişiyi toplum içinde itibarlı, kendi içinde tutarlı ve mutlu kılar.
“Herkese karşı saygılı ve samimi olun. Unutmayın, toplum size kişilik vermez, sadece tüyleri güzel süslü kuşlar gibi sizin dış görünüşünü değiştirir”.(Washington)

22.05.2010

Nermin AYDINLI

12 Mayıs 2010 Çarşamba

GENÇLER UYANIN

Kamu Hukuku Profesorü'nün haykırışını sizlerle paylaşmak istedim.Bu çığlık vatana ihanet değil, vatanseverliktir.Ülkemiz kolay kurulmadı ve binlerce Mehmetciğimiz canlarını boşa vermedi.Anaların göz yaşları beyhude akmadı ve akmamalı.Vatansız bir millet yok olmaya mahkumdur.Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti üzerinde oynanan bu oyunlara gelmemeli ve biz vatanını sevenler değerlerimize ve ülkemize sahip çıkalım.
"Ey Türk Gençliği!...Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir".M.Kemal ATATÜRK

- "Gencler uyanın. Türkiye cumhuriyeti tasfiye ediliyor..."

HERKES BAGIRIP CAGIRDIGINA GORE
BU ULKEDE BIRSEYLER OLACAK ARTIK


Türkiye Cumhuriyeti Tasfiye Ediliyor

Türkiye, son yıllarda sürekli olarak dıştan dayatılan reformlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor. Birilerinin çok acelesi olduğu için, bir an önce istedikleri aşamaya gelebilmek için dışarıdan içeriye doğru sürekli olarak bir inisiyatif yönlendirmesi yapmaktadırlar. Böylesi dışmerkezli bir emperyalist oyuna bütünüyle Türk toplumu alet edilmek istenirken Türk ekonomisinin köşe başlarını tutan kadrolarla medyada etkili olan işbirlikçi mandacı gruplar, ülkemizi böylesi bir maceraya doğru el birliği ile sürüklemektedirler. Yüzyıllar önceden hazırlanmış bir plan ve bu doğrultudaki proje uğruna büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmektedir. Bu gerçek artık saklanamayacak kadar açık ve net bir biçimde Türk kamuoyunda kesinlik kazanmıştır.
Hiç kimse cumhuriyet yıkıcılığı ya da Türkiye düşmanlığı yaptığını kabul etmiyor. Her şey "değişim" kavramı içerisinde ve Türk devleti dıştan zorlanan bir plan dâhilinde çözülmeye mahkûm ediliyor.

Değişim sözcüğünün sihirli görünümünün arkasına sığınan ikinci cumhuriyetçiler, maddeci işbirlikçiler, alt kimlikçi federasyoncular, ılımlı İslamcı görünümlü şeriatçılar, emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistler koalisyonu elbirliği ile Atatürk'ün cumhuriyetine saldırmaktalar ve kültürel alt kimlikçilik dış desteklerle hortlatıldığı gibi kayıt dışı ekonominin sağladığı olanaklarla yer altı ilişkileri doğrultusunda birçok mafya ve benzeri hukuk dışı çıkar örgütlenmelerinin de gündeme geldiği görülmektedir. Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizileri ile böylesine hukuk dışı bir yapılanma iç ve dış menfaat çevreleri tarafından hem özendirilmekte hem de desteklenmektedir.
Böylesine olumsuz bir süreç içinde ülkenin birliği ve bütünlüğü tehlike altına sürüklenmekte, yetmiş beş milyonluk bir milletin gelecek güvencesini sağlamakla görevli Türk devleti her gün biraz daha gerileyerek devre dışı kalmaktadır.

Bu aşamada Türkiye'yi yöneten bir zihniyet, yeni dönemin plan çalışmalarında devletin küçültülmesini ana hedef olarak ilan etmektedir. Bu tür bir hedef belirleme, şimdiye kadar yarısı tasfiye edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geri kalan diğer yarısının da tasfiye edilmek istendiğinin en açık göstergesidir. Sürekli olarak dış baskılarla iyice küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği ile ilgili planlama çalışmalarına devletin küçültülmesi ana hedef olarak belirlenirse, bu gelecekte Türkiye Cumhuriyeti' nin ulusal ve üniter yapısının ortadan kaldırılmak istendiğinin en açık göstergesi olarak anlaşılmasıdır.

Çünkü OECD istatistiklerine göre; Avrupa ve Amerika gibi kıtalardaki batı ülkelerine oranla en küçük devlet Türkiye Cumhuriyeti' dir.

Batı ülkelerinde devletin ekonomideki ağırlığı ortalama olarak yüzde 40 ya da 50 oranında olmasına rağmen, Türkiye'deki devletin ekonomideki büyüklüğü son yıllarda yüzde 20'lerden yüzde 10'lara doğru küçülmüştür. Kendi devletlerini güçlü ve büyük tutan batılı emperyal ülkeler sıra Türkiye'ye gelince, Osmanlı İmparatorluğu' nun bugünkü mirasçısı Türkiye'yi daha da küçültmenin yollarını aramaktadırlar.

Avrupa Birliği sürecinde yani bir Yugoslavya modeli yaratarak Türkiye'nin ülkesini bir Sevr haritasına dönüştürmek isteyenler, bu doğrultuda devletin küçültülmesi için sürekli olarak baskı yapmaktadırlar. Avrupa Birliği'ne paralel olarak IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlar da Türk devletinin küçültülmesi için devletin yetkili organlarını baskı altında tutmaktadırlar. Kabuk devlet suçlamaları ile medyadaki papağanlarını Türk devletinin üzerine süren emperyal merkezler kendi devletlerini daha da büyütmenin arayışı içindedirler. Bu doğrultuda dünyanın her bölgesini sömürge durumuna düşürürlerken, Türkiye'yi de iyice küçülterek çeşitli eyaletlere bölebilmenin çabası içindedirler.

Büyük Avrupa, Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail gibi dünyanın merkezini içine alacak bölgesel federasyon planlarına Türkiye'nin ülkesini merkez yapmak isterlerken, bu ülkenin üzerinde kurulu bulunan Türk devletinin ortadan kaldırılmasına giden yolu açmak istemektedirler.

Demokrasi, küreselleşme, değişim gibi sihirli sözcüklerle Türk Devleti yavaş yavaş ortadan kaldırılmakta,

gelecekte bir dış destekli federasyona giden yol açılmaya çalışılmaktadır. Batılı merkezlerin hepsi bu doğrultuda çalışırken, Yugoslavya'dan sonra dünyanın merkezinde kurulmuş olan Türk devleti de tasfiye edilmek istenmektedir. Son yıllarda reform adı altında gündeme getirilen bütün yasal düzenlemelerinin devletin merkezi gücünü ortadan kaldırdığı, parçalı bir yapıyı ortaya çıkarabilmek üzere merkezin yetkilerinin sürekli olarak yerel yönetimlere devredildiği artık iyice görülmektedir.

Tablo kesin hatları ile belli olduğuna göre, Türk devletinin geleceğine bir büyük ulusal kurtuluş savaşı vermiş olan Türk milleti karar verecektir. Türk milleti ulusal ve üniter cumhuriyet devleti tasfiye edilirken, bu gidişe bir dur diyecek, ulusal egemenliğine sahip çıkarak yeni yüzyılda da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti' nin çatısı altında yaşamını sürdürecektir. Artık devleti ve cumhuriyeti ortadan kaldırmakta olan bu reform görünümlü deforme sürecine Türk Milleti acilen "dur" demelidir.
Not: Bu yazı bir kamu hukuku profesörünün kamuoyuna uyarısıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
(Tuzyolu)

3 Mayıs 2010 Pazartesi

TÜRK MİLLETİNİN SABRI

Anayasa değişikliği ile şehitlerin artması ile açılımcılar saçılımcılar mutlu. Türk ordusunun seçkin subayları terörist diye tutuklanırken, AKP-PKK’lılar Ankara’da cirit atarken ülke ölü toprağı serpilmiş gibi.

Ülkenin genel durumu, kaos kelimesi ile ifade edilebilir.

Bakın; Vahşi hayvanlar uyuyan devleri ölmüş zannı ile saldırırlar… Çünkü beyinleri yoktur. Akılları midelerine bağlı olan kartallar uyuyan kurtların yemleri olur.

Bir kez daha hatırlatalım; Türklerin en belirgin özellikleri; hoşgörüsü, sabrı, dayanıklılığı; mazlum milletlere sahip çıkması, hamilik yapmasıdır.

Bu nedenlerden dolayı da; bu mazlum rolünü çok iyi oynayan milletlerin tuzakları, Türkleri tarih boyu sabırlı olmayı metanetli olmayı acı bir şekilde öğretmiştir..

Dillerle yürekler bir olmuş, insanlığa düzen, Türk’ün hayatının, olmazsa olmazı, olmuştur.

Türkler; Nemelazımcılığı; Şerefsizlik olarak addetmişlerdir..

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın dememiş, zehirli yılanlara yaşama hakkı tanımamıştır.

Bilmiş ki; Zehirli yılanlar, kimi zayıf bulursa onu zehirleyecektir....

İslam’a hizmet; Türklüğe hizmettir, insanlığa hizmettir, anlayışı ile hareket ederken; Allah yolundan zerre kadar sapma göstermemiştir...

Allah’la insan arasına hiç kimsenin girmesine müsaade etmemiştir.

Atalarımızın sosyal hayata bakışı, insanlığa bakışı Hakkaniyetle davranmak, Hak yolunu göstermek olmuştur.

Gittiği her yere; düzen ve nizam götürmüş, adalet üzere hüküm vermiş, adaletle hüküm sürmüştür.

Medeniyet; Türklerle birlikte gelişmiştir.

Türklerin hassasiyetlerini ve güçlerini; rakipleri, düşmanları, haçlılar çok iyi tespit etmişlerdir.

Bu yenilmezliğin ve çalışkanlığın nedenlerini çok ciddi şekilde araştırmışlardır.

Adalet üzere hüküm vermeleri, mazlumların yanında yer almaları, yardımlaşmayı çok iyi bilmeleri ve uygulamaları, komşusu aç iken tok yatan bizden değildir, hadisini hiç unutmadan yaşamaları, kadınlara Cennet anaların ayakları altındadır, hadisinin anlamına göre davranmaları, kadınları Allah’ın en kıymetli emaneti olarak görmeleri...

Vatan sevgisi imandandır, hadisinin idrakinde olmuştur. Vatan sevgisinin; Allah sevgisi, peygamber aşkına eşdeğer olduğunu, Vatan için; ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim diye savaşa düğüne gider gibi gittiğini, tespit etmişlerdir.

Bu tespitleri yapan dış ve iç güçler; Türk’ün elindeki, yüreğindeki hasletleri yok edebilmek için oyun üzerine oyun oyun, tezgah üzerine tezgah kurdular, uyguladılar, uyguluyorlar.

Türklere yavaş yavaş Türk olma özelliğini kaybettirmeye başlamışlardır....

Din bizim en hassas yanımız olduğunu bilen Avrupalı; Türklüğümüz üstünde önce bu noktadan oyunlara başlamışlardır. Münafıkları, iktidara taşımışlardır

Yalakalık, nemelazımcılık, vurdumduymazlık, sahtekârlık gibi meziyet olarak yansıtılmıştır..

Dini değerleri istismar edenler, vatansız ve dinsizler; ulema kisvesine bürünmüşler; Allah’la kul arasına girip insanları cehalete sürüklemişlerdir.

Bunların yanında ahlaksızlık toplumda yaygınlaştırılmaya başlamış; rüşvet bilmeyen Türkler rüşvete bulaşmış, yalan talan dolan yaşam biçimi haline getirilmiştir.

Devleti ebed müddet diyerek, sadakatle devlete bağlı olanlar arasında ayrılık tohumlarını yeşertmektedirler.

Özgürlük ve demokrasi denile denile millet, kaosa sürüklenmektedir..

Gafletin acı faturalarını millet çok ağır öder hale gelmiştir.

Yapılmak istenen Türklüğün öz be öz hasletlerinin unutturulması, unutulma noktasına getirilmesidir..

Türklüğün erozyona uğratılması, beyni ve kalbi yabancılar için atanların amacıdır.

Ancak Türk’ün sabrının zorlanması halinde nelerin olduğu ise tarihi gerçeklerdir.

TUZ YOLU-ALINTI(Nurullah AYDIN)

Bu yazılanlara başka ne eklenebilir ki!!!!
Nermin AYDINLI

24 Mart 2010 Çarşamba

KAYIP DÜNYANIN İNSANLARI

Zamanın neresindeyiz? Bu insanlar ne yapıyor, ne düşünüyor ve yaşamın neresindeler? Kentlerdeki yaşam insanları nasıl etkiliyor? Kırsal bölgelerden şehirlere göç eden ve şehir hayatının keşmekeşliğinde kaybolan var olmaya çalışan insanlar acaba toplumsal sorun mu yaşıyor?… Zamanın insan yaşamındaki önemini biliyormuyuz? Geçmiş ve gelecek kaygısıyla zamanı hoyratça kullanıyormuyuz? Zaman insan yaşamının neresindedir? Zaman ve zamanı kullanmakla ilgili soruları çoğaltabilir ve bu sorular üzerinde ki düşüncelerimizi sıralayabiliriz.

Evet kentlerdeki kırsal kesim, moda tabiriyle varoştaki yaşamın zorluğunu gününü gün eden, laylalarda eğlenen, daha küçücük yaşta şirketleri, yatları, katları olan biliyor mudur acaba? Zaman ve yaşam iç içe!...Yaşam ve zaman kavramları üzerinde biraz sosyolojik, biraz da felsefi düşünülmesi gerekir. Nereden geldi aklıma bilmiyorum ama sanırım zamanı ve yaşamı iyi kullanamadığımızı düşünmeye başladım. Dünya ya bir göz attığımız da kültürel farklılıklar ve doğanın hoyratça kullanılması insanları bir araya getirmesi şöyle dursun tamamıyla orman kanunlarının uygulanır olduğu gözlerden kaçmaz. Her ülke var olduğunu göstermeye çalışırken iç sorunları ile mücadele etmektedir. Hele hele bizim gibi gelişmemiş ve ekonomisi dışarıya bağlı ülkelerde vatandaş zamanı nasıl kullandığını düşünemez bile…. Televizyonlara çıkan işin ehli insanlar çoğu konularda ahkam keserler. Bilmezler ki yoksul insanlar için zaman ve yaşamın hızla akıp gittiğini.

Zengin için öylemidir ya!.. Onlar için zaman ne kadar değerlidir. Harcayacak ve boş geçirecek zamanları yoktur. Onlar zamanın yetersizliğinden şikayet ederler. Yaşamlarını daha daha nasıl zenginleştirebiliriz diye düşünürler. Onlar için zaman paradır. Çıkıp kanallarda boy göstermek verip veriştirmektir.

Yoksul için öylemidir ya!..

Yaşam ve zaman onlar için günü kurtarmaktır. O gün karnının doymasıdır. Düşünceleri yalnızca kaderlerine boyun eğmektir. Gelecek kaygısıyla yok olmaktır.

Gelecek ve mutluluk =yaşanmamış yaşam.

Sorumlusu kim???.....

Şimdi hepimizin yaptığı Çocukluğumuzda okuduğumuz polyanna gibi hayatta bazı şeylerin istenildiği gibi yolunda gitmeyebilir düşüncesiyle ne olursa olsun mutluluk oyununa devam etmek midir yaşam?...

Zaman içinde kaybolur gider insan. Ne dramlar ne acılar yaşanır. Sadece medya için malzemedir kayıp zaman içindeki insanlar. Ben buna kayıp dünyanın insanları diyorum ya siz?!!!

24.03.2010
Nermin AYDINLI

15 Mart 2010 Pazartesi

KADINA ŞİDDET

Şiddet kelimesi çok ürkütücü hele hele kadına ve çocuğa olan şiddet kavramı ise ne kadar vahim değil mi?...Şiddet yaşamın her alanında görülen ve giderek yaygınlaşan toplum sorunudur. En yaygın şekilde görüleni ise erkeğin kadına, çocuğa ve güçsüze karşı olanıdır. Kadına yönelik şiddet, ne kadar gelişmiş, çağdaş olursa olsun kısaca tüm dünya da ve kültürlerde sınır tanımıyor. Az gelişmiş ülkelerin yanı sıra gelişmiş ülkelerde de kadınlar eşi tarafından şiddete maruz kaldığı araştırmalarla saptanmıştır.
Şiddet bireyi fiziksel, duygusal ve sosyal yönden ciddi şekilde etkilemekte ve büyük problemler yaşamasına neden olmaktadır. Aile içi şiddet toplumun kültürel değerlerinden dolayı bir çok toplumda kabul edilebilir davranış olarak algılanmakta ve evliliğin getirdiği sıradan bir özellik olarak görülmektedir.(Ülkemizde kocadır döverde, severde vs..)
Toplumun kültürüne, yasal düzenlemesine, kadının eğitim ve ekonomik düzeyine göre kadının şiddete bakış açısı değişmektedir. Bilhassa ülkemizde ekonomik sıkıntının yanı sıra halen cahiliye dönemlerini andıran berdeller ve namus kavramları genç kızlarımızın, kadınlarımızın ölümlerine yol açmaktadır.
Toplumdaki şiddet olaylarının azaltılmasında konuyla ilgili toplumsal duyarlılığın arttırılması gerekir. Bu konuda kadınlarla ilgili meslek grupları ile kadına yönelik çalışmalar yapan STK’lara büyük görev düşmektedir. Ayrıca medyanın iyi bir şekilde kullanılarak şiddet içeren film, ve görüntülere yer verilmemesi gerekir. Toplumsal içerikli ve aile kavramlarının önemini belirten proğramlara yer verilmelidir.
Şiddetin tanımı ve şiddeti içeren durumlar konusunda eğitimlerin yanı sıra yasal düzenlemelerin de caydırıcılığı olmalıdır.
En önemlisi ise, şiddete uğrayan kadının güvenebileceği, kendisine her konuda yardımcı olabilecek kurumsal hizmetler yaygınlaştırılmalıdır. Artık toplum olarak uçuruma çeyrek kala hayal ve senaryolar dünyasından, sen, ben çatışmasından çıkıp gerçekten ülkemizi ilgilendiren konular üzerinde kafa yormamız gerekmiyor mu?..

Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına, ne mutlu O’na sahip olan Türk milletine…
14.03.2010

Nermin AYDINLI

3 Mart 2010 Çarşamba

ÜLKE TOZ DUMAN

Ülke toz duman. Vatandaşın bir bölümü tedirgin, bir bölümü ise duyarsız. Her şey allak pullak. Siyasi irade bütün kurumlara gücünü gösterme çabasında. Her şey ve herkes sorgulanır hale geldi. Elbette suç unsuru varsa sorgulanmalı ama bu şekilde değil. Bu ülkenin hukuku ve yasaları doğrultusunda yapılanlara kimse karşı çıkmaz. Ama sadece iddialarla insanlar suçlu muamelesi görerek damlara tıkılmaz. Siyaset kati suretle yargıya müdahale etmemeli. Siyasilere halkın vermiş olduğu yetki Ülkenin kurumları yıpratılsın diye verilmez.

Vatandaşı sıkıntıya sokmak,

Yoksul bırakmak,

Korku terörü yaratmak,

Ülkenin ordusunu yıpratmak,

Ülkenin Yargısına güvensizlik yaratmak,

Köşe yazarlarına göz dağı vermek,

Sorunlara çözüm yerine çözümsüzlük getirmek midir demokratikleşme?

Türk milleti vatanına, ordusuna sadıktır, kimse bu duyguları yok edemez.

Bir ülkenin gücü olan ordusunun ve hukukunun yıpratılması ne demektir?

Avrupa basını bile şaşkınlık içinde Türkiye meçhul istikamete gidiyor diye başlıklar atıyor. Ordunun yerine acaba nasıl bir güç oluşturulmaya çalışılıyor? Türkiye nasıl bir tarihi değişime doğru gidiyor? Ne demek eskimiş ve kalıplaşmış? Değerlerimizin yıpratılarak yapılanların tümü demokratikleşmek midir? Bu yapılanlar da sivil darbe değil midir?

New York Times, da yer alan bu yazı ne kadar vahimdir.

"Milyonlarca laik, otoriter Başbakandan korkuyor"

"Türkiye şimdi, ülkenin otoriter Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın haklarını çiğnemesinden korkan milyonlarca laik Türk'te derin bir kaygı yaratarak meçhul bir bölgeye doğru ilerliyor."

"Başbuğ'un Erdoğan ile iyi bir ilişkisi var"

Tabi ki devlet yönetimi ile ordumuzun iyi ilişkileri olmalı ama bu şekilde değil.

Erdoğan'a karşı koyacak tek kalan kurum olan yargının, "yakında, İslamcı destekçilerinin ellerine geçmesi" endişelerini de aktardıktan sonra "Sayın Erdoğan, kazançlı çıkmasından mutlu olacak olanlar bile kendisi için otoriter eğilimleri olan kusurlu bir lider olduğunu söylüyorlar" diye yazdıktan sonra Doğan Yayın Grubu'na getirilen para cezasını örnek gösterdi.

Türkiye’yi yakından takip eden Avrupa Türk ordusunun dünya’nın ABD’den sonra 2.ordusu olduğunu biliyorlar ama bizler maalesef yok etme peşindeyiz. Stratejik değere sahip olan Türkiye herkesin ağzını sulandırıyor. Akbabalar pay alacağı günleri bekliyor. Haydi bakalım yaşayıp neler olacak göreceğiz!!!...


03.03.2010
Nermin AYDINLI

20 Şubat 2010 Cumartesi

VAY BE!.....

Tekel işçileri özlük haklarını geri almak için 67 gündür eylemlerine devam ediyor. Hak mücadelesi içinde ne dramlar yaşandığını televizyonlardan izliyoruz. Maalesef hükümet kanadı ise “eylemlerin bu ayın sonuna kadar bitirilmesini, yoksa güç kullanılacağı “açıklamasını yapıyor. Sorarım size bu insanlar zevki sefa için mi kışın ortasında, ailelerinden uzak, perişan bir vaziyetteler? Bu insanlar yatları, katları, villaları, şirketlerini kaybetme korkusu içindeler mi? Sosyal devletten tek istedikleri yaşam haklarını kaybetmemek. Sosyal Devlet, toplumdaki güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve toplumdaki dengeyi sağlamakla yükümlü devlet değil midir?
Vay be!!!!! Ülkemiz de neler oluyormuş da haberimiz yokmuş denilecek kadar senaryolar yazılıyor. Ordu allak pullak. Şimdi sıra Yargı da. Bizler yine de hukukun üstünlüğüne olan inancımızı korumaya çalışıyoruz. Devletin yüceliğini oluşturan kurumlar neden bir bir yıpratılmaya çalışılıyor? Ordu ve Yargı’nın siyasallaşması ülkenin temelini zedelemez mi? “Biz herkese dokunuruz” felsefesi içinde olunursa garibanın vay haline!..
Gündemin hızla değiştiği ülkemiz de yandaşlar hükmünü sürdürürken işsizlik, açlık çığ gibi büyüyor. Ekonomiye değinen yok. İş yerleri bir bir kapatılıyor. Büyük sermayedarlar ve bazı kesimler servetlerine servet katıyor. Sınıfsal uçurum gittikçe büyüyor. Peki ne olacak bunun sonu? Türkiye nereye gidiyor?..
Benden olmayan, konuşan herkes Ergenekoncu mu? Peki! Ergenekon nedir? Silivri de görülen bu davaya neden Ergenekon ismi verildi? “Ergenekon eski Türk destanıdır. Bu destan ”Türklerin bir dağı eriterek, düşmanın onu kafese almaya çalışan, sömürücü ve zalim çemberinden kurtuluşu ve var olma mücadelesini” anlatır. Ya şimdi ki Ergenekon!..
Yapmayın ağalar, beyler yazık bu millete, bölmeyin insanları, umutlarını tüketmeyin. İnsanlar sefil, yoksul yaşamaya çalışırken bir de korku terörü yaratmayın. Yazıktır bu millete, değerleriyle, inançlarıyla oynamayın. Nedir bu kin ve nefret. Nedir bu intikam alma hırsı.
UNUTMAYIN bu ülke kolay kurulmadı bir hatırlayın Türk Ulusunun bağımsızlığı için emperyalist güçlere karşı vermiş olduğu kahramanlıklarla dolu Kurtuluş savaşını.

Bastığın yerleri toprak diye geçme, tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı
Verme cüdaları alsan da bu cennet vatanı.

Nermin AYDINLI
20.02.2010

3 Şubat 2010 Çarşamba

SEVGİ

İnsan doğası gereği sevgi dolu, şefkatli ve merhametlidir. Hangimiz ihtiyacı olan, yardıma muhtaç gördüğümüz insanlara yardım etmeyi düşünmeyiz. Ağlayanla ağlar, gülenle güleriz. Toplumlara göre bu değişir mi? Merhamet ve acıma duygusu her insanda aynımıdır? Dünya’nın gelmiş geçmiş bütün düşünürleri bencillik ve kendini beğenmişliği ayıplamış, sevgi, saygı ve şefkati övmüşlerdir. Sevgi, iyilik ve kötülük ayrımı yapmaz. İnsanoğlunun yapısında sevginin yanında hırs, öfke ve bencillik duygusu da vardır. Ayrıca aşırı sevgi de bencillik duygusunu yaratır. Yeri geldiğinde de zarar vericidir.

İyi ve güzel yaşam her insanın hakkıdır ama günümüzde böylemidir? Zayıf olan güçlü olanlar tarafından yönetildiği için geçmişten bu güne kadar güçlüler dünya üzerinde hakimiyet kurmuşlardır. İktidar ve Lider olma hırsı acıma duygusunu zayıflatmış sevgi ve merhameti unutturmuştur. Siyasal yönetimlerin kara delik misali her şeyi yutan, ihtiras, tamah ve aç gözlülükle hiçbir sınır tanımaz bir psikoloji içinde olmaları kardeşliği, dayanışmayı bir kenara bıraktırmış ve insanları ayrıştırmıştır.

Sevgilerin yerini hırs ve bencillik almış neredeyse insanoğlu insanlığını unutmuştur. Birlik ve beraberliği sadece kendilerinin güçlenmesinde kullanılmış olup, toplumsal iş bölümünü bile buna göre düzenlemişlerdir. Güçlü olanlar cazibe merkezi olmuş ve istemeden de olsa boyun eğdirme yetisini meşrulaştırmıştır. Sevgi ve saygı kavramının yitirilmesi kötülüklerin yaygınlaşmasına neden olmuş, adalet ortadan kalkmaya başlamış sınıflar arası uçurumlar oluşmuştur. İnsanların sevgisizliği huzursuzluk, mutsuzluk, korku, öfke, stres, bencillik ve kıskançlık gibi duyguları beraberinde getirmiştir. İnsanın kendi sevgisizliği, toplumsal sevgisizliği ve vatan sevgisizliğini meydana getirir. Ardından “bana ne” ve “kaybedecek neyim var” düşüncesiyle ülkenin sahip olduğu değerlerin yok olmasına aldırmayacak ve vatanını sahipsiz bırakacaktır. İnsanları aldatmak, onları aydınlatmaktan daha kolay olduğu için globalleşen dünya da ganimet avcıları her şeyi kılıfına uydurmayı başarmışlar, teknolojinin de yardımıyla güçsüzün güçlüye tebaasını sağlamaya çalışmışlardır. İnsan nefsi sınır tanımadığı için kendisinden başka diğerlerini düşünmeyen bencil insanlar bir başka tutkularının peşinde koşacak ve sahip olduğu her şeyden tatmin olmayacaktır. Kendisiyle barışık olan hangi makam ve mevkide olursa olsun aldatmadan, rol yapmadan insanlara sevgiyle bakar.”Yaratılanı sev, yaratandan ötürü” diyen Yunus Emre, “gel, ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana ne güzel anlatmışlar sevgiyi, saygıyı, kardeşliği…

Türk ulusu olarak kimseye boyun eğmeden, öncelikle vatanımıza, milletimize, kendi değerlerimize, kültürümüze sahip çıkarak, yapmacıksız, doğru ve dürüst, sevgi dolu kimin ne olduğuna bakılmaksızın geçmişte olduğu gibi bu günde güçlükleri yenecek mücadele azmiyle dünya da var olduğunu herkese göstermeliyiz. Hiç bir şey için insanlıktan taviz verilmemelidir. Makam ve mevkiler gelip geçicidir. En kalıcı olan bu dünya da arkanda hoş bir seda bırakmaktır. Hiç birimizin yalan dolanla kaybedecek zamanı yoktur. Eğer bir toplum özgürlük ve bağımsızlığından taviz verirse, onurlu yaşamından da taviz vereceğini bilmesi gerekmektedir…

Onursuz ve gurursuz insanlar her şeyi içine sindirecek kadar sevgisiz ve anlayışsızdırlar…

“Türklerin vatan sevgisi ile dolu göğüsleri, düşmanların melun ihtiraslarına karşı daima bir duvar gibi yükselecektir”,

“TÜRK MİLLETİ MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİKLE GÜÇLÜKLERİ YENMESİNİ BİLMİŞTİR.” M. Kemal ATATÜRK

03.02.2010

Nermin AYDINLI

7 Ocak 2010 Perşembe

KENDİNİZE GELİN

Vatandaş yeni yıla zamlarla girdi. Tekel işçileri eylemlerine inatla devam ediyor. Hükümet ise görmüyor. İşçinin, çiftçinin, memurun, emeklinin durumu ortada. Çalışana ve emekliye verilen zamların miktarı ise yoksulun derdine derman olacak gibi açıklanıyor.

İşsizlik ise almış başını gidiyor. Hukuk işletilmiyor. TSK ise allak pullak. Yani, Türkiye karmaşa, kaos ve kardeş kavgası ortamına çekiliyor. Halk sessiz ve umutsuzluk içinde. Bütün bunlar tehlike değil de nedir? Türkiye biran an evvel bu ortamdan kurtulmalıdır ama nasıl?...

Et ve tırnak gibi birbirine bağlı olan TÜRK ULUSU bölünemez ayrıştırılamaz. Yanlışlar doğru olarak gösterilmeye çalışılsa da hiç bir zaman doğru değildir. Ülkeyi yönetmek hafife alınamaz. İstikrarsızlığın ve kötü yönetimin faturası maalesef vatandaşa çıkarılıyor. Popülist yaklaşım ekonomiyi daha fazla çıkmaza sürüklüyor ve piyasaları alt üst ediyor. Kaynaklar ise kişisel ve politik amaçlar için rastgele kullanılıyor. Seçim zamanı halka mavi boncuk dağıtılıyor sonrası hüsran. İç ve dış borçlanma kapasitelerin doruğunda.

Devletin vatandaşından elini çekmesi yoksulları kaderine terk ediyor. Ülkede istikrar olsun diye süreksiz ve koşulsuz yanlışlara göz yumulması isteniyor. Yanlış her zaman yanlıştır!.. İçinden geçilen bu süreç siyasetin ne kadar yeteneksiz olduğunu ortaya koymuştur. Siyasal istikrarsızlık bir bütün olarak kamu hizmetlerine de yansımış ve kamu yönetiminin başarısızlığına diğer nedenlere ilave olarak çok fazla katkı yapmıştır.

Medya en iyi şekilde kullanılarak insanları eğlence ve hayal dünyasına sürüklüyor. Görselliğini en iyi şekilde kullanan Televizyon kanalları insanların fazla düşünmemesi ve yaşanan gerçeklerden uzaklaştırmak için çeşitli, renkli programlar ile dolu. Bütün bunlar ilgi dağıtmak ve her şeyden habersiz bir yaşama sevk etmektir.

Kan emiciler emellerine ulaşmak için her yolu denemektedir. Bazı kalemşörler de ya aymazlıklarından ya da menfaat peşinde olduklarından şakşakçılıklarını sürdürmektedir. Vatanseverler ve yoksul halkın dışında olanlar bu devletin her türlü nimetlerinden en iyi şekilde yararlanıyorlar, en lüks şekilde yaşıyorlar, en pahalı arabalara biniyorlar ve bindikleri dalı kesmeye çalışıyorlar.

Nedir Türkiye Cumhuriyeti Devletinden alıp veremediğiniz? Sizlerde hiç vicdan, vatan sevgisi yok mu?...

Bu ülkenin yurttaşı olarak sesleniyorum; Bu ülke kolay kurulmadı. Kendinize gelin ve vicdanınızı sorgulayın!...

07.01.2010

Nermin AYDINLI