3 Aralık 2008 Çarşamba

SEÇİMLERE DOĞRU

Tüm dünya’da olduğu gibi ülkemizde de kriz kendini gösteriyor.Kapanan işyerleri ve işsizlerin çığlığı.Ana-babaların çocuklarına okul harçlığını veremediklerini söylerken tutamadıkları göz yaşları.Daha yaşanan nice dramlar…Hayat sanki bir tiyatro bizlerde sahnede rol alan oyuncular.Hepimiz oyunu aksaklıklara rağmen oynamaya çalışıyoruz.Bir tarafta son derece lüks yaşamlar,bir tarafta aç susuz,kendi kaderine terkedilmiş görülmeyenler…Ama her şeye rağmen ülke gündeminden düşmeyen,bizlere bir parçada olsa umut gibi görünen, yaşanacak seçim heyecanı.
Atlatılan genel seçimlerin ardından Yerel Seçimlere de kısa bir süre kaldı.Partilerin kapısını çalan aday adaylarının heyecanları dorukta.Yavaş yavaş Büyükşehir ve bazı ilçe belediye başkan adaylarının isimleri belirlenmeye başladı.Partiler en iyi ve en güçlü adaylarını bulmaya çalışarak seçimlere girmeye hazırlanıyor.Partiler ve adaylar yarışa dursunlar biz halk olarak ne durumdayız?Adaylardan beklentilerimiz neler?En önemlisi adaylarda aradığımız nitelikler neler? Projeleri ve bize,ülkemize getirileri neler?Ekibinde gerçekten her dalda işinin ehli insanlara yer vermiş mi ? Yoksa sadece kendi partilimiz olması bizim için yeterli mi?
Metropol illerde seçim havası küçük illere,ilçelere ve beldelere göre oldukça farklı yaşanmakta.Genelde metropol kentlerde tanınmış,(medya kanalıyla)partili ve kendisini iyi ifade edebilen adaylar tercih edilmekte.Çankırı gibi illerde ise tercih konusu olan kendi içinden eş dost,akraba ve çevresiyle iyi iletişimi olan kişiler.Yerelde bir yerlere talip olan adayların her kesime çok iyi hitap etmesi gerekir. Bölge ve bölge halkının sorunlarını bilmesi tek başına yeterli değil, üretici ve çözümleyici kapasitede de olması lazım.Belediyelere ayrılan bütçe ve gelirler öncelikli hizmetlere ayrılmalı sadece eğlenceler öncelikleri olmamalıdır.Yardımlar yapılmalı ama; gerçekten ihtiyaç sahibi muhtaç kişiler tespit edilmelidir.Küresel krizin bizim gibi ekonomisi zayıf ve dışa bağımlı ülkeler de çok hasar bırakacağını düşünülerek bütçe iyi kullanılmalıdır.Artık seçmen profilinin de değişmesi gerekmektedir.Belediyenin yetki ve görevlerini bilen, vatandaşa oy avcılığına soyunarak, göz boyamaya çalışan siyasilere meydan bırakmayan, gerçekten memleketine faydalı olacak kişilere yetki vermelidir.Bundan sonrada yapılacak hizmetlerin takipçisi olunmalıdır.Bunları yapamazsak daha çoook seçimler geçiririz ve umutlarımız,beklentilerimiz bir başka bahara kalır…
“Belediyelerin görev ve sorumlulukları 13.07.2005 tarih ve 25874 sayılı resmi gazetede yayımlanan 5393 SAYILI BELEDİYE KANUNUNDA belirtilmiştir.”

Nermin AYDINLI

24 Ekim 2008 Cuma

ŞİDDET

Kendimizi öyle kaptırmışız ki dünya telaşına çevremizde ne olup bitiyor,neler yaşanıyor görmüyoruz.Belki de doğru olmadığını bile bile bazı şeyleri benimsiyoruz.Veya üstümüze vazife değil diye karışmıyoruz.Ekranlardan izlediğimizde ya,tüh vs.gibi sözlerle geçiştiriyoruz. Neden mi bahsediyorum?ŞİDDET’den. Şiddete tanık olmayan insan yoktur.Başımıza gelmeyince olayın ciddiyetini kavrayamayız.Bizden bu konuda yardım istediğinde nasıl ve ne şekilde davranacağımızı bilemeyiz.Vicdani duygularla belki bir şeyler yapmaya çalışırız ama ne kadar etkili olur bilemeyiz.İlkönce şiddetin ne demek olduğunu,başımıza geldiğinde nasıl davranacağımızı, nerelerden yardım alacağımızı öğrenmeliyiz.Bende buradan yola çıkarak Başbakanlık,KSGM’nin,”Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi” kapsamında düzenlenen eğitici eğitimine katıldım.Gerçekten şahsım adına olaylara karşı ilgili ve duyarlı olduğumu düşünüyordum.Bu eğitimden sonra öyle olmadığımı fark ettim.Şimdi siz de, ben ne kadar duyarlıyım diye gözlerinizi kapatın ve düşünün.Sonuca şaşıracaksınız…
Şiddeti en fazla kadınlar sonra çocuklar görmektedir.Peki! ilk eğitim ailede başladığına göre ne yapılması gerekir?Küreselleşen bu dünyada Sağlıklı bir toplum nasıl oluşturulur?Bir ülkede ekonomi düzelmedikçe, halkın yaşam düzeyi yükselmedikçe,güçlü ve istikrarlı programlar yapılmadıkça şiddet vb. olaylar yaşanacaktır ve yaşanmaya da devam edecektir.
İşte aldığım eğitimden kısaca başlıklar;

ŞİDDETİN TANIMI

Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür.

Şiddet; evde,sokakta,okulda ve yaşamın her alanında kendini bir şekilde gösteriyor. Şiddetin en dramatik şekilde karşımıza çıktığı alanlardan birisi de aile içi şiddettir. Birçok ailenin yıkılmasına sebep olmaktadır.Böyle bir ailede yetişen çocuklar da ileriki yıllarda şiddete meyilli bireyler olarak topluma kazandırılmaktadır.

Aile içi şiddet; bir kişinin eşine, çocuklarına, anne babasına, kardeşlerine ve/veya yakın akrabalarına yönelik uyguladığı her türlü saldırgan davranıştır. Bu tanıma sadece kaba kuvvet içeren davranışlar değil aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak ve zorla evlendirmek gibi şiddet gören kişinin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan, korku duymasına sebep olan pek çok davranış da girer. Şiddete sadece aynı evde oturan kişiler değil, eski eş, kız veya erkek arkadaş ya da nişanlı da maruz kalabilir.
Pek çok kişi şiddeti sadece dayak veya vurma olarak algılar. Oysa şiddetin pek çok türü vardır. Kişinin karısını/kocasını aşağılaması, karısına/kocasına ve çocuklarına küfretmesi, onu eve kilitlemesi, cinsel olarak zorlaması da şiddet olarak tanımlanır.

ŞİDDET TÜRLERİ

FİZİKSEL ŞİDDET: İtmek, tokat atmak, tekmelemek, tükürmek, yumruklamak, kol kıvırmak, kol - bacak kırmak, saçından sürüklemek, (su, yemek, uyku, tuvalete gitmek gibi) temel ihtiyaçlarını esirgemek, gerektiği halde tıbbi tedavi almasını engellemek, silahla yaralamak, öldürmek gibi.

SÖZLÜ ŞİDDET: Sürekli eleştirmek, aşağılamak, küfür etmek, tehdit etmek, kararlara katılımını engellemek, sürekli sorguya çekmek, sık sık bağırmak, aşağılayıcı isim takmak, sık sık alay etmek, dini veya etnik kimliğine yönelik hakaret etmek, görüşlerini ve çalışmalarını küçümsemek gibi.

Toplumsal İlişkileri Sınırlayıcı Şiddet: Ailesi, arkadaşları / komşuları ile görüşmesini yasaklamak, evden dışarı çıkmasını yasaklamak, gittiği her yere takip etmek, başkalarının önünde aşağılamak ve alay etmek, başkalarının önünde sık sık sözünü kesmek , özel yaşam ve mahremiyet hakkı tanımamak, zorla evlendirmek, namus ve töre nedeni ile baskı uygulamak gibi.

CİNSEL ŞİDDET: İstemediği cinsel ilişkiye zorlamak, tecavüz, başka kişilerle cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel olarak kişiyi korkutan ve kıran davranışlarda bulunmak, sürekli kadınlığını / erkekliğini aşağılamak, telefonla / mektupla veya sözlü olarak sürekli cinsel içerikli tacizlerde bulunmak, cinsel organlara zarar vermek, namus ve töre nedeni ile baskı uygulamak ve öldürmek gibi.

EKONOMİK ŞİDDET: Parasını almak ve geri vermemek, zorla istemediği bir işte çalıştırmak, istediği halde çalıştırmamak / işe yollamamak veya zorla çalıştırmak, eline hiç para vermemek gibi.
Aile içinde şiddet gören kişiler yasalar tarafından korunmaktadır. Şiddete uğrayanlar, kendi güçlerini fark ettiklerinde toplumda ve çevrelerinde var olan kaynaklardan destek alabilirler.

ŞİDDETE MARUZ KALDIĞINIZDA VEYA RİSK ALTINDAYKEN
BAŞVURULABİLECEK KURUM/KURULUŞLAR

1-İl Sosyal Hizmetleri Müdürlüğü
2-ALO 183 Aile,Kadın,Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı
3-Sağlık Kuruluşları
4-Polis Merkezleri,Jandarma Karakolları
5-Cumhuriyet Savcılığı
6-Belediyelerin Kadın Danışma Merkezleri
7-Baroların Adli Yardım Merkezleri ve Adli Yardım Kurulları
8-Kadın Sivil Toplum Kuruluşları

ŞİDDETE MARUZ KALDIĞINIZDA HAKLARINIZ NELERDİR

1-4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun: (Aile içindeki şiddet sorununun çözümü için hazırlanan ve 14 Ocak 1998 yılında kabul edilen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun; aile üyelerine ailenin diğer bir üyesi tarafından şiddet uygulanması halinde bir takım özel tedbirler alınmasını içerir.
2-Türk Ceza Kanununda Aile İçi Şiddet
3-Medeni Kanun ve Aile içi Şiddet


Herkese şiddetsiz sağlıklı günler.

Nermin AYDINLI

15 Ekim 2008 Çarşamba

POLİTİK Mİ OLMALIYIZ APOLİTİK Mİ

Bizler kendimizi çoğunlukla apolitik olarak görürüz.(Apolitik:Siyasetle,siyasi süreçlerle ve siyasi olaylarla ilgili olmayan kişi,grup veya görüş)Aslında hepimiz günlük yaşantımızda politikayla uğraşıyoruz.Her eylem şu veya bu şekilde politiktir. Evde, sokakta, işte, çarşıda, pazarda, kahvede güncel olayları değerlendiririz.Ben böyle düşünüyorum,ben olsam şöyle yapardım, o öyle olmaz böyle olmalıydı vs.vs…Hararetli,ateşli konuşma ve değerlendirmelerin ardından bazen de ‘aman sende’ deriz ve her şeye boş vermiş gibi görünürüz.
Acaba hayatımızı etkileyen en önemli değerler nelerdir?Bir beyin jimnastiği yapalım…
Önem arzeden değerler kişilere göre değişir.Ailemiz ilk sırayı alır.Bunun dışında ise farklı farklı değerler sıralanabilir.Benim için ailemden sonra Vatanım ve ülkemin bağımsızlığı gelir.Herkes için öyledir denilebilir ama; maalesef ülkemizin bu günkü durumuna baktığımızda Bizans oyunlarının oynandığını ve bu oyunlara alet olanları görebiliyoruz.Peki!böyle düşünmemiz bizi politik mi yapar?Ya da sadece siyasetle uğraşanlar mı politikdir?Hayır.Duyarlı ve bilinçli bir vatandaş, ülke sorunlarını düşünmek ve ülkesine sahip çıkmak zorundadır.Bütün dünyayı saran küreselleşme, bilhassa dünya ekonomisini elinde tutan ve süper güç olarak nitelenen ülkelerde de krizlere yol açmıştır..Bizim gibi ekonomisi gelişmemiş halkının refah düzeyini sağlayamamış,dış kaynaklara bağlı bir ülkede küreselleşme bazı çıkar gruplarını harekete geçirmiştir.İnsan hakları,demokrasi vs. uyum yasalarıyla ülkeler bağımlı hale getirilmeye çalışılmıştır.Elbette demokrasinin ve insan haklarının sağlanması gerekir ama bu, vatanı bölme şeklinde ortaya çıkarsa buna seyirci kalınması mümkün değildir.Peki böyle zamanda mı apolitik olalım? ülkemizde böyle bir sorun yok,kim nerden çıkarıyor,her şey yolunda diyelim ve birlikte polyanacılık oynayalım.Ülke nüfusunun büyük bir kısmı işsiz olduğundan ve sosyal güvencesi olmadığından sosyal dışlanma yaşayan yoksulları görmemezlikten mi gelelim! Yoksulluk insan yaşamının her alanını etkilemektedir.(sağlık,eğitim,sosyal yaşam vs.)O zaman nerede insan hakları?...Haklar kişilere göre değişir mi?Terörle mücadele eden Mehmetçiğimizin nerede hakları?Gözü yaşlı ana,baba,sevenlerin nerede hakları?Bir yol tutturmuşlar hak ve hürriyetler diye.Bizler emaneti koruyamıyoruz,bizim hakkımızda da başkaları karar veriyor diye üzülüyorum.Peki yinemi apolitik olunmalı?Böyle düşünüyoruz diye biz politikmiyiz?Vatanımıza,milletimize ihanet mi ediyoruz.?Bizler yıllardır kardeşçe şu bu demeden bir arada yaşadık ve halende yaşıyoruz..Yasalar kişilerin etnik kökenine göre oluşturulmadı.Her Türk vatandaşı çıkan yasalardan ve hizmetlerden eşit şekilde yararlandı.Yaşamın her alanında ayrım mı yapıldı veya yapılıyor?Bizler Türkü,kürdü,lazı,çerkezi bu ülkenin vatandaşı değilmiyiz?.Birbirimizden kız aldıp vermedik mi?.Bu savaş niye.Böyle bir durumda apolitik olunabilir mi? Aslında bütün bu yaşananların bir kenara bırakılması ,insanların politika kelimesinden korkması,etliye,sütlüye karışmaması umutsuzluğa düşmesi küreselleşmenin getirdiği bir döngüdür. Gerçeklerin görülmesini zorlaştıran ise;boş muhabbetlerle dolu televizyon proğramlarıdır. .İnsanların dikkatlerinin gündemdem uzak gereksiz yerlere çekilmesi apolitik bir nesil yaratılmaktadır. İnsanlar fikir tartışmalarının olmadığı,globalleşen ve büyük sermayelerin hüküm sürdüğü bir dünya da yaşamak zorunda bırakılmaktadır..Yaşamı idame ettirebilmek için gerekli olan nimetlerin azalmasıyla birlikte gelecek kaygısı duyan ülkeler özellikle ekonomisi zayıf ve gelişmemiş ülkeler üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmaktadır.Bunu da kaleyi içten fetihetme mantığıyla yapmaktadırlar.Güçlü devletler daha güçlenerek süper güç olmakta,öncelikle Ulus kavramı yok edilerek o ülkenin doğal kaynakları ele geçirilmeye çalışılmaktadır.Bizim gibi gelişmekte olan ülkelere borç vererek kendilerine bağımlı hale getirilmekte üretim gücü yok edilerek kendi mallarının satılmasını sağlamaktadırlar.Ayrıca;bu güçlü devletler kültür erozyonu yaratarak kendi dinlerini,kültürlerini zayıf ülkelere empoze etmektedirler..Peki yine de apolitik mi olalım?Ülkemizi sevmeyelim mi?ülkemizin kaos ortamında ve çözümsüzlük içinde olmasını hangimiz isteriz ki?Bu vatan hepimizin,vatansız bir millet var olamaz.Ülkemizin bu krizden kurtulması için, kültürel yapısına uygun toplumsal gereksinimlerini gözeten politikalar üretilerek yurttaş eğitimine önem verilmesi gerekmektedir.Ülkemizin,devletimizin ve Türk milletinin bütünlüğü için taraf/politik olmalıyız.Unutmayalım;Sahipsiz vatan batmaya haktır,sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Nermin AYDINLI

5 Ekim 2008 Pazar

HAİN SALDIRI

Bu kadar mı aciziz.Bu kadar mı yaşamımız pamuk ipliğine bağlı.Bir gün olsun Televizyonlarda şehit haberiyle değil de, ülke ekonomisinin ve refah düzeyinin yüksek olduğunu, insanların huzur içinde yaşadığını gösteren,sosyal, kültürel ve eğitici proğramları ne zaman izleyeceğiz.?Evet yine sarsıldık. Aktütün Karakolu'nda 15 askerimiz şehit oldu. Bize hainler bayramı zehir ettiler.Anaların ve sevenlerin yüreklerine ateş düşürdüler.Geçmişte de bu anları yaşadık.Bunlara kökten çözüm bulunmadıktan sonra yine yaşayacağız.O anda verilen ‘şehitlerin kanı yerde kalmayacak’ diye verilen mesajlarla yürekler soğumaz.Kin ve öfke azalmaz.İlk önce mecliste olan teröristlerden ve bunların işbirlikçilerinden hesap sorulmalıdır.Bizlerin paralarıyla gencecik çocuklarımızın hayatını yok ediyorlar.Bütün bunlara isyan ediyorum.Bunları meclise gönderenlere ve kolaylık sağlayanlara lanet olsun diyorum.İçim kan ağlıyor,isimlerinin ve nereli olduklarının hiç önemi yok.Onlar ‘VATANIN KUTSAL’ olduğuna inanmışlığıyla öleceklerini bile bile görevlerini yapıyorlar.Acaba hangimiz kıyabiliriz çocuklarımıza?Ama;vatan deyince her şey değişir.Kına yakarak,düğünle uğurlarız gencecik,henüz bıyıkları yeni çıkmaya başlamış,uykusundan bile uyarmaya kıyamadığımız çocuklarımızı.Evet isyan ediyorum bu hainlere ve işbirlikçilerine.Bizler kararlarımızda istikrarlı olmalıyız.Panik yapmadan stratejimizi belirleyip bir yol çizmeliyiz.Bu hainlerin amacı,panik yaratıp biz hala varız ve güçlüyüz mesajı vermektir.Vatandaş olarak çözüm istemek hakkımız.CAĞIZ-CEĞİZ’le değil de hükümet, ülke bütünlüğünü kimsenin bozamayacağını göstermelidir.Askeriyle ve halkıyla bu vatan hainlerine karşı birlikte olduğunu göstermelidir..Bu siyaset değil ülke bütünlüğü için kaçınılmazdır.Askeri önlemlerin kısıtlanmadan,karşı tarafa taviz verilmeden,istikrarlı strateji uygulamalıdır.Aksi halde yine bu tablo yaşanır ve medyada verilen taziye mesajları ve göz yaşlarıyla kalınır.



Bütün şehitlerimizin ruhu şad olsun,ailelerine de Allah sabır versin.

Nermin AYDINLI




VATAN SAĞOLSUN

Bir patlama,bir soğuk demir, bir rüzgar sesi,
Tüm hayat bir parmakta, verilmiş son nefesi...
Ay Yıldız nişan olmuş da göğsüne buyurmuş,
Bu yara Mehmet'imin vatana hediyesi...
Bir patlama,bir soğuk demir, bir rüzgar sesi!

Bu onur, bu gurur, kahramanlık abidesi,
Tarihine yazdığın Türklük'ün efsanesi...
Kanın toprağa ad koymuş da vatan buyurmuş,
Bu ada adanan kanlar bir veda busesi...
Bu onur, bu gurur, kahramanlık abidesi!

Bir kırmızı, bir beyaz, bir millet efsanesi,
Bu Ay, bu Yıldız, bir kahramanlığın simgesi,
Tüm dağları taşları onlara selam durmuş,
Aldığımız her nefes bir şehit hediyesi...
Bir kırmızı, bir beyaz, bir millet efsanesi!

Bir hüzün, bir şeref, doğrulur şehit annesi,
Tabutta aksi belirir görülünce nicesi,
Gökyüzü ağlarmış da yeryüzü can bulurmuş,
Bir anadan duyulunca 'Vatan Sağolsun' sesi...
Bir hüzün, bir şeref, doğrulur şehit annesi!

İlker ÜNLÜ
Hv.Plt.Tğm
10 Mayıs 2006

5 Eylül 2008 Cuma

TÜRKİYE GERÇEĞİ

Türkiye son yıllarda kritik günler geçiriyor.Küreselleşmenin getirdiği zorluklar,ülke ekonomisinde ki açıklar, siyasi krizler, komşu ülkelerde ki savaşlar, AB sevdası,bir yanda yoksulluk, diğer yanda terör ve siyasilerin vurdum duymazlığı vs.vs…..
Sonbahar mevsimine girdiğimiz şu günlerde Türkiye’nin de rengi soluyor.İnsanlarda bir vurdum duymazlık, bir bananecilik almış başını gidiyor.Sanki ülke, vatandaşı tarafından başı boş bırakılmış ve kendi kaderine terkedilmiş.Dört bir yanı ateş çemberinde olan Ülkemin topraklarına göz dikilmiş Kurtuluş savaşının intikamını şimdi topraklarımızı satın alarak ve yasalar da değişiklik yaptırarak almaya çalışıyorlar.İç barışımız terörün dağdan şehre inmesiyle tehlikeye girmiş, halkımızın can güvenliği kalmamıştır.Yolsuzluklar ve çeteler kanıksanmış durumda.Her gün televizyonlarda izlenen, gazetelerde okunan cinayetler, geçirilen cinnet haberleri… Magazin programların da izlenen ahlaksızlıklar topluma benimsetilmeye çalışılan yaşam tarzları.Sanayinin ilerlemediği, iş alanlarının açılamadığı, küçük işletmelerin bir bir kepenk kapattığı, tarım ve hayvancılığın yok edildiği tamamen dışa bağımlı hale getirilen ülkemiz.Siyasi partiler kendi içinde ki koltuk kavgası yüzünden bir şey üretemez hale gelmiş, vatandaş boş vaatlerle kandırılarak sadece seçim zamanlarında hatırlanır olmuş.Bir yandan ülkenin güllük gülistanlık tablosu çizilmeye çalışılıyor,bir yandan da vatandaşın uyanmaması için torba torba erzaklar dağıtılıyor.Bilerek yoksullaştırılan halk ise bu yardımları almaya mecbur bırakılıyor kendisine iyilik yapıldığını düşünerek bu siyasi partilere oy veriyor.Vatandaş geçim derdinden hesap soramaz, hakkını arayamaz hale getiriliyor.Bir yanda halk yoksullukla mücadele ederken, diğer yanda hep bana diyerek ganimetleri paylaşan bir kesim.Bir yanda sofrasında yiyecek bulamayanlar,diğer yanda sabah kahvaltısını, nerede yiyelim diye düşünenler.Bir yanda gecesini gündüzüne katarak okumaya çalışan çocuklar,diğer yanda diskoda,barda eğlenen ve parasıyla diploma satın alan,özgürlük ve demokrasi kelimelerinin unutturulduğu gençler.TV Programlarında Atatürk’ü sevmediğini İngiliz sömürgesi altında olunabileceğini çekinmeden söyleyebilen insanlarla Atatürk İlke ve İnkılaplarının bir bir ortadan kaldırılmaya çalışıldığı Türkiye…
Ülkemizde çözümsüzlük almış başını gidiyor.Dış güçler tarafından yönlendirilmeye ve tamamen her şeyi dışa bağımlı hale getirilmeye çalışılırken çözüleceğimiz gün merakla bekleniyor. İnsanlar cepheleştirilerek, ötekileştirilerek,cemaatleştirilerek toplumda huzurluk yaratılıyor.Sevgi,saygı yok edilirken aileler parçalanıyor.Halk gelecekle ilgili kaygı içindeyken umut tacirleri kalan umutları da alıp götürüyor.Evet ülke sorunlarını daha da çoğaltabiliriz..Bütün bunlar karamsarlık değil veya kara tablo çığırtkanlığı değil bu günkü ülkemizin önemli sorunlarıdır.
Peki!bunlardan nasıl kurtulabiliriz hiç düşündük mü?
İlkönce bu hale nasıl geldik,nerede yanlış yaptık?diye soralım ve aklımızı kullanarak bunların cevabını verelim.Tehlikenin farkında olmalıyız.Vicdan azabını duymayan ülkesine sahip çıkamaz.Bu tabloda bizim suçumuz yok deyip geri çekilemeyiz.Sorgulamayan,hakkını aramayan ve bilinçlenmeyen bir toplum kolayca kandırılır.Bu nedenle insanlar bilinçlendirilerek bir araya gelmeli, çözüm üretmeli ve kurumların işletilmesi sağlanmalıdır.Ayrıca devlet otoritesi bütün yetkiyi eline almalı,dış güçlerin iç işlerimize karıştırılması önlenmeli ve dış ilişkilerimiz tamamen diplomasi düzeyinde olmalıdır.Bunlar yapılmazsa maalesef ülkemiz bu kaostan kurtulamaz. Ülkelerde bilerek kaos yaratılır, senaryolar hazırlanır ve işbirlikçilerin desteğiyle hayata geçirilir.Türkiye’de de aynı tablo ve aşama aşama senaryolar hazırlanıyor.Bizler bu coğrafya da boyunduruk altına girmeden yaşamış bir toplum olarak bu kaostan çıkacak güçteyiz.Çözümsüzlük çözüm değildir.AB hayalini bırakıp,gerçekleri ve sorunları görmemiz gerekiyor.Türkiye'nin bölünüp, paylaşılması artık dünyada birçok platformda açıkça tartışılmaya başlandığını unutmayalım. Atalarımızın bize miras bıraktığı bu ülkeye sahip çıkmazsak torunlarımıza bırakacak bir ülke olmayacaktır.Unutmayın; sahipsiz vatan batmaya haktır sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Nermin AYDINLI

16 Ağustos 2008 Cumartesi

ANADOLUDA KADIN OLMAK ÇOK ZORDUR

Anadolu da kadın olmak zordur hem de çok zordur.Şehirli hanımlar gibi değildir yaşantıları.Onlar 3 oda,bir salon,sıcak sulu banyo ve mutfakları yoktur.Çocuklarının çalışma odası, misafirlerini ağırlayacakları misafir odası yoktur.Komşularıyla saat.10.00’lar da ve ikindi saatlerinde çay ve kahve keyfi yaparken dedikodu yapacakları zamanları yoktur.Kocalarına kaprisleri hele hiç yoktur.ANADOLUDA KADIN OLMAK ÇOK ZORDUR…
Acaba kendimize sorduk mu Anadolu da kadın olmak nasıl bir olgu diye?Kendimizi onların yerine koyarak empati kurduk mu?
İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası kadının yerini hangimiz düşündük?Biz normal yaşantı içinde olanlar,’kadın kadındır,erkek erkektir’ teziyle büyütüldük ve bunu böyle kabul ettik.Kadının rolü belirlenmiş, bunun dışına çıkmak ise yanlış ve günah olarak nitelendirilmiştir.Kadın İslamiyet de her ne kadar kutsal olarak nitelendirilmişse de hane içine ve ailesine mahkum edilmiştir.Zaten cennette Havanın Ademi kandırıp yasak elmayı yedirmesiyle erkekleri kandırmış olarak nitelendirilmiş, erkekler masum rolüne bürünmüş ve kadınların günahkar oldukları bu güne ulaşmıştır.Havvalar yani kadınlar günlük hayatlarının ezilmişliği içinde erkek egemenliğinde oluşan kültürlerine itiraz edememiş ve kendilerine biçilen rolleri oynamak zorunda kalmışlardır.
Evet ANADOLUDA KADIN OLMAK ÇOK ZORDUR….
Sabah güneşle birlikte uyanan kadın hava kararıncaya kadar tarla, bahçe işi,çocuklar, çamaşır, yemek,bulaşık,Soba, hayvan bakımı, tezek,süt,yoğurt vs.vs. işleri yorulmak bilmeden yapar.Bütün bunların yanı sıra şikayet etmeye hiç hakkı yoktur.Çünkü;o kadındır,bunlar onun görevidir…ayrıca kadınlık görevini unutmamalıdır.Yoksa!eşine karşı geldiğinde gideceği yer doğru cehennemdir.
Evet ANADOLUDA KADIN OLMAK ÇOK ZORDUR…
Kadın nerde çalışırsa çalışsın emeğinin karşılığı yoktur.Bedava beden işçisidir.Dışarıda çalışandan çok yorulur ve yaptığı iş göze görünmez.Eşi tarafından bir de” akşama kadar evdesin ne yapıyorsun,kaşık düşmanısın” diye söylemesi hem o kadını yok saymakta, hem de kadını bir insan olarak görmemektedir. Yani!kadın bedava köledir…Peki bu durumda insan hakkından söz edebilir miyiz?
Ve birde erkek çocuğu doğuramayan kadınların lanetlenmişliği, kendilerini eksik hissetmeleri nedeniyle eşlerine erkek evlat verebileceklerine inandıkları kuma almalarına izin vermelerine ne dersiniz?...
Evet ANADOLUDA VE EVDE KADIN OLMAK ÇOK ZORDUR…
PEKİ ERKEKLER NE YAPAR?
Anadolu’da erkekler canları isterse çalışır,çalışmadıklarında kahvehanede oyunun her çeşidini oynar, sigara içer, dedikodu, çapkınlık yapar,çocukları ve kadınları azarlar,yemek beğenmezler,kahve içer ve sonra çok yorgun bir vaziyette yatarlar…

Anadolu’nun kıraç topraklarında,yazın kavuran sıcağında,kışın çetin soğuğunda yaşamak zorunda olan ve sessiz bir çığlıkla kaderimiz deyip boyun eğen çaresiz kadınlarımız,okumak istermiydiniz diye sorduğunuzda;mutsuz bakışlarıyla ” tabi isterdik, şehirde yaşardık, öğretmen, doktor,hemşire olurduk” diyen bu sözlere ne dersiniz?
Evet ANADOLUDA KADIN OLMAK ÇOK ZORDUR…
Merkezden göründüğü gibi değildir Anadolu’da kadın olmak.Seçimden seçime gelip vaatlerde bulunup,’sizler bizim baş tacımızsınız’ demekle bu iş çözülmez…Sosyetenin ve belirli kesim kadınlarının gösteriş olsun diye medyada bir iki faaliyetiyle Anadolu kadınıyla resimlenmesi bu işi çözmez…
Bu çaresizliği,umuda dönüştürecek bir şeyler olmalı.Gelen hükümetler kadın çalışmalarıyla ilgili atılımlar yapmalı ve kızların eğitimleri ile ilgili projeler hazırlayıp, proğramlarında belirtmelidir.Şehirlerde karar alma mekanizmalarında yer alan kadınlar Anadolu kadınına da umut ışığı olacaktır.
Zordur ANADOLUDA KADIN OLMAK.yüreğinizin yanıklığı hep yüzünüzdedir.Dört mevsim nasırlı elleriniz ve yaşlı gözlerinizle hayata tutunursunuz.Çığlığınızı kimseye duyuramazsınız.Bu sizin kaderiniz değil,size biçilen bir giysidir.Onu giymek zorunda bırakılmışlığınız sizin suçunuz değildir.Ankara’nın sizi görmek istemeyişidir.
Evet ÇANKIRIMDA Anadolu ve Çankırı’mın kadını da Anadolu kadınıdır. Ben de bir Çankırılı kadın olarak onların adına ve bütün kadınlar adına çözüm istiyorum ve siyasi partileri göreve çağırıyorum…

Nermin AYDINLI

14 Ağustos 2008 Perşembe

KADININ TOPLUMDAKİ YERİ

KADIN tarihin her evresinde Kadın olarak tanımlanmış,Kadın anadır.Kadın aileyi oluşturur.Kadınlara hep bir takım özellikler verilerek görevler biçilmiştir.Bu görevler aile tarafından benimsetilmiş.(Kız çocukları hep bebeklerle,erkek çocukları araba,silah vs. oyunlar oynar)veya “her hangi bir şeyde sen kızsın otur,o erkektir yapar” gibi sözlerle kız çocukları geri plana itilmiştir.Kadın kırılgan ve narin olma sebebiyle muhtaç durumdadır.Aileye bağımlıdır.Babalarının veya ağabeylerinin sözünden çıkmazlar.Evlendiğinde ise rol eşine verilmiştir.Söz sahibi olamayan kadın kendini ifade edemez ve kendine güvenemediği içinde pasifleşir.Evde kadın,tarlada kadın,iş alanında kadın,sosyal hayatta kadın.Yani yaşamın temelini oluşturan kadın her yerde.Kadın sevilir,kadın şiddete uğrar,terör cinayetlerine kurban gider.Kadın bedel öder,kadın berdel olur.Peki! KADIN sizce nedir?Yoksa,Duygu ASENA’nın kitabına konu olan Kadının adı mı yok!...
Kadın tarihler boyu var olma savaşı vermiş ve haklarını almaya çalışmıştır..Birleşmiş Milletlerin araştırmalarına göre; üretimin % 66’sı kadınların gerçekleştirdiğini, buna karşılık gelirden %10 pay aldığını ve kadınların mal varlığının ise sadece % 1’ine sahip olduğu tespit edildiği belirtilmiştir.Ayrıca; Uluslararası Af Örgütü’nün 2004’te hazırladığı rapora göre kadınların erkeklere göre %20,% 50 daha az maaş alıyormuş.
Ülkemizde kadınlar Ulu Önder ATATÜRK’ün öncülüğünde aydınlanma hareketiyle diğer dünya ülke kadınlarından çok önce haklarına kavuşmuş ve yaşamın her alanında etkin olmaya başlamıştır.Bu aydınlanma hareketiyle başlayan Kadın hakları bu gün ne durumdadır? Baktığımızda kadını her alanda görürüz ama karar mekanizmalarında yeterli sayıdamıdır? Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre Türkiye’de çalışabilir durumdaki kadınların %25’inin işgücüne katıldığı belirtilmiş ve istihdam edilen toplam 5712 kadının % 71.4’ünün kayıt dışı olarak faaliyet gösterdiği belirtilmiştir.Birleşmiş Milletlerin kalkınma raporunda Türkiye de okuma yazma bilmeyen kadın nüfusunun ise 5.5.milyon civarında olduğu belirtilmiştir.Türk kadınının okuma yazma oranının artmasıyla bilinçlenerek kültür seviyesi yükselir.Kadın bu aşamadan sonra ülkenin gelişmesinde büyük rol oynar.Bir toplumu ayakta tutan ve yaşamın en önemli vazgeçilmez unsuru olan kadın bilimden siyasete,eğimden sanat ve ticarete kadar var olabilmelidir. Kadınlar üretici ve yaratıcı çalışmalarla ev dışında da kendini göstermiştir.Ülkemizde kadın hakları alanında ulaştığı seviye yüksek olsa da Kadınlar siyaset ve karar alma mekanizmaların da istenilen düzeyde değildir.Ülkemizde siyasette kadın oranına baktığımızda çok düşük seviyelerde hatta Hindistan, Nijerya, Ürdün gibi ülkelerinden bile altında olduğunu görürüz. Ülkemizde %4.4.tür.Oysa bu oran İsveç’te %52,İspanya’ da %50,Finlandiya’da %47,Almanya!da %46,Norveç’te% 44.Bu tablo ülkelerinde ,kadının karar verici mekanizmalarda çok olduğunu gösteriyor.Kadının siyasete katılımı kotalarla, belirlense de kültürel,ekonomik ve sosyal koşullar kadının siyaset yapmasını engellemektedir.Oysa oransal olarak bizim ülkemizde %4.4 tür.Partilerin kadın kotaları;CHP % 25,DYP %10,ANAP % 33,SHP &33 olsa da bu kağıt üzerinde kalmaktadır.Kadın adaylar seçilmeyecek sıra ve yerlerden aday gösterilmektedir.Kadının siyasetteki yerini ve etkinliğini azaltmaktadır. Her ne kadar Başbakan Tayyip ERDOĞAN örgüt seçimlerinde yönetimlerin %30’nun kadınlardan oluşmasına özen gösterse de AKP’nin tüzüğünde bu yönde bir hüküm bulunmamaktadır.Siyasi partiler kadın kotasını uyguladıklarını söyleseler de kadınlar listelerin seçilemeyecek yerlerinde yer alıyor. Ya da kendini kanıtlayan her bayanın aramızda yeri vardır” gibi geçerliliği olmayan sözle kadınları birbirleriyle karşı karşıya getirmektedir. Erkeklerin siyasetteki hakimiyeti nedeniyle kadınlar siyasette zorlanıyor ve erkek kurallarına göre siyaset yapmak zorunda kalıyor.Evet yeryüzünde erkek ve kadın ayrı yaratılmış olsalar da her iki cinsin birbirine destek olduğu sürece yaşam devam eder.Erkek erkektir,kadın kadındır denilse de kadın bir toplumun vazgeçilmezidir.Kadın sadece cinsel obje ve evin iş yapanı olarak görülmemelidir.Yaşamın her alanında etkin olabilmesi için var olan eksiklikler yasalar çerçevesinde çözümlenmeli ve hukuki düzenlemeler bir an evvel yapılmalıdır.Ülkemizde cinsiyet ayrımcılığın sona ermesi ve kadının toplumdaki statüsünün gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşması için sadece yasal düzenlemeler yeterli olmayacağından toplumsal bilincin oluşturulması gerekir.Bu da kız çocuklarının eğitilmesine yönelik kampanyalarla ve sivil toplumun yürüttüğü toplumu bilinçlendirme çalışmalarıyla orta ve uzun vadede gerçekleştirilerek topluma benimsetilebilir.Ayrıca,siyasette kadın sayısının artması,kadınların kendi yaşamlarını ilgilendiren politikalar üzerinde söz sahibi olabilmeleri için öncelikle seçim ve siyasi partiler kanununda yasal düzenlemeler yapılarak kota sistemi hayata geçirilmelidir. Ülkelerin gelişmişlik seviyesi ancak “kadın,erkek” eşitliğiyle ölçülür.Bu nedenle; Kadın, kamu alanında, parlamentoda, yerel yönetimlerde ve siyasi partilerin her bir biriminde etkin hale getirilmelidir.

Nermin AYDINLI

8 Ağustos 2008 Cuma

ANKARA ÇANKIRIYI NE ZAMAN GÖRECEK


Uzak çağın yakın kenti.Kendi kaderine bırakılmış,makus talihini yenmeye çalışan Çankırım.Halkının uysallığı,devletine bağlılığı,kader deyip acıya boyun eğişinden yararlanılan Çankırı'm.Gelenek ve kültürüne bağlı olduğu için kendini ifade de ve tanıtmada zorluk çeken Çankırım.Tarih öncesi ile gündeme geldin ama ANKARA seni ne zaman görecek….
Çankırı belirli dönemlerde gündeme gelmiş kendisi ve halkı hakkında yorumlar yapılmıştır.Peki! Çankırı yeteri kadar tanınıyor mu ve Çankırı Ankara’nın bir ilçesi olarak bilinmesindeki suçlu kimdir? Tanınması için ne yapılmalıdır? Kimlere iş düşüyor?Çankırı’nın ülke ekonomisindeki yeri nedir? Tarımı, sanayisi yeterlimidir?Yeterli yatırım yapılıyor mu?Eğitim ne durumdadır?Küreselleşmenin getirdiği değişimler Çankırı’nın ekolojik yapısını ne şekilde tahrip etmiştir?Siyasilerin Çankırı’ya bakış açısı nasıldır?Turizmin önemi nedir?Globalleşme Çankırı halkını ne şekilde etkilemiştir.Ayrıca Çankırı medyada ne şekilde yer almıştır? vs. vs. şeklinde soruları çoğaltabiliriz.
Çankırı ile ilgili Nihat GENÇ'in “Burası Orta Anadolu, şehrin tüm ekonomik ölçekleri Güneydoğu’nun en yoksul şehrinden bile aşağıda”, “Gençlerin hepsi, istisnasız, liseyi bitirir bitirmez şehirden kaçmayı düşünüyorlar, çünkü birbirlerinin karakaşlı, ablak, temiz yüzlerini sevmiyorlar.” Çankırı “şehir” olmaktan korkuyor.Dar yer ideolojisi… Bu dar yerde tüm milletvekilleri neredeyse dışarıdan gelip listelere girdiler, bu milletvekillerinin fıkraları artık Çankırı kültürü olmuş. Burası Çankırı, 1920’nin Ankara’sı, vatansever, dindar, insanlar, yaren kültüründen kalma kuru bir nezaketleri var, geleneklerine bağlı. Tüm bu saydığımız değerleri onbeş kelimelik bir dil içinde ifade ediyorlar. Yani, devlet, vatan, Allah, bayrak, bölücü, vatan haini…Bu onbeş kelime aynı zamanda zihinsel şifreleri. Bu şifreleri Ankara’da ki siyasiler çok profesyonelce kullanıyor .Ve gerçekte, bu ülkenin temel siyasi meselesi, hırsızlık, rüşvet, tetikçilik, mafya, asla değil. Mesele bir atom bombasına dönüşmüş bu kelimelerle konuşup konuşmama meselesi. İki şehrin hikâyesi Ankara-Çankırı, kaderi aynı: Ankara’da biraz fazla yol-bina yapılmış hepsi bu. Çankırı Ankara’nın soyulmuş şekli. (Zaten Ankara’ya en çok göçü Çankırılılar veriyor.) Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin “zihinsel gücü”: Çankırı! Çankırı, meclisin ruh ve şekil bulduğu, şehrin adı”!... demiş.Bence iyi bir tespit yapmış ve bizi bizden iyi tarif etmiş.Belki içimizde tepki gösterenler olabilir.Lütfen özeleştirimizi sağ duyuyla yapalım ve gerçekleri görelim.Suç Kimin?Yorum yapanın mı yoksa bizim mi?her ikimizin de değil.Çankırı insanı hakikaten temiz yüzlü ve insanlıklıdır.Ağlayanla ağlar,gülenle güler ve dost dediği kişileri ölünceye kadar dost bilir.Dostunu satmaz ve sadakatlidir.İhanet etmeyeceğini bildiği için bu yüzden Ankara Çankırı’yı görmez.Evet Ankara’ya en çok göçü Çankırı vermiştir. Çok doğru.Bu kadar nüfusa göre bile Çankırılı sesini duyuramamış ve her zaman oy potansiyeli görülmüştür.Çoğunluğuna rağmen değişmeyen siyasi görüşü nedeniyle hep azınlık kalmıştır.İthal siyasilere oy vermiş ve hiç bir zaman siyasilerden hesap sormamıştır.İşte bu yüzden ANKARA Çankırı’yı görmez veya görmemezlikten gelir.Bizler elbette yok sayılırız.Çünkü gücümüzün farkında değiliz.Bizler tarihin her evresinde var olmuşuz ama farkındalığımızı yaratamadığımızdan hala var olma savaşı veriyoruz.


Bizler varlığımızı gösteremeyip haklarımıza sahip çıkmadıkça,
Kendimizi geliştirmeyip bilinçlenmedikçe,
Eğitim ve öğretime önem vermeyip körü körüne bir şeylere bağlandıkça,
Çocuklarımıza kültürel değerlerimizi aşılamayıp asimile oldukça,
Değerlerimize sahip çıkmadıkça,
Çağdaş medeniyetler seviyesine şekilde değil akılda ulaşmadıkça,
Örgütlü toplum güçlü toplumdur felsefesiyle yaklaşamayıp birlik olamadıkça tabi ki ANKARA BİZİ GÖRMEZ!....
Nermin AYDINLI




22 Temmuz 2008 Salı

SİYASET VE SİYASETÇİ


Siyaseti incelemeye kalkıştığımızda birçok düşünürlerin tanımlarına rastlarız.Her düşünür kendine özgü yorum katmış ve bilim yönünden incelenmesi gerektiğini savunmuştur.İlkönce siyaset nedir?İnsanlara ne kazandırır ve ne kaybettirir? Sorularına cevap vererek konuya girelim:Siyaset,çeşitli etnik,dini,sosyal,kültürel yapıları olan insanları tek bir bayrak,tek bir vatan ve millet altında belirli hukuk kurallarına uymak koşuluyla bir arada tutabilme ve dünyada ülkenin çıkarlarını ön plana çıkarabilme yeteneğidir.Siyaset toplumlarda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir.Siyaset, en genel anlamıyla, bir arada, bir toplum olarak yaşayabilmemiz için ileri sürülen fikirlerin girişilen eylemlerin toplamıdır.Siyaset,katılım ve katılım iradesidir.Yönetme sanatıdır,siyaset bilimdir şeklinde bir çok tanımı yapılabilir.İnsanlara Ne Kazandırır?Toplumlarda duyarlı ve kendisini de sorumluluk sahibi hisseden bireyler siyasete girerler.“Bilinç ve sorumluluk kazandırır”.Ne kaybettirir? İşte bu soru üzerinde çok durulması gerekir diye düşünüyorum.Bence;Siyasetçiler,siyaseti bir kazanç kapısı gibi görmeleri nedeniyle toplumumuzda çarpıklık,sorumsuzluk ve otorite boşluğu doğurmuştur.”Parası olan siyaset yapar” ilkesi yaratılarak,siyaset biliminin sadece kitaplarda kalmasına neden olmuştur.Siyasetle uğraşmaya başlayan birey büyük bir istekle sorumluluk hisseder. Ütopik görüşleriyle ve birazda hayal perestliğiyle diyelim siyasi partinin kapısından içeri girer.İyimser düşünce içinde projelerinden ve bir şeyler yapmak istediğinden bahseder.Birey hoşgörülüdür, bilgilidir, kalitelidir.Bakıldığında hiçbir eksikliği yoktur.Tam aranılan insan gibi görünür.Projeler ve üretilen bilgiler uygulamaya başlandığında küçük küçük olaylarla, içeride çalkantılar başlar.Çünkü bu birey üretici, çünkü bu birey aşırı sorumluluk sahibi,memleketi ve milleti için neler yapılabilir ve siyasetin eksikleri nelerdir? diye düşünmektedir…Bir de madalyonun öteki yüzünden bakalım siyasetçiye; Bu birey siyasetten rant sağlamak,isim yapmak ve dünyanın bütün güzel meyvelerinden,yani en güzel şekilde yaşamak için girmiştir.Onun alanı birilerinin sırtına binmek ve üretmemek ve üretenleri de engellemek.Bu kişi siyasette nasıl başarılı oldu? Başarı kelimesini burada çalışmalar olarak değil de,karar mekanizmalarında nasıl ve ne şekilde yer aldı?...diye düşünelim:Ya parasıyla,Ya kuvvetiyle(tabiri caizse,sırtının bir yerlere dayanması ve dayısı ve hatırı sayılır kişilerin desteğiyle),Ya da güzelliğiyle(kadınlar için diğer şıklarda geçerli ama maalesef bu tür insanlarında yer aldığı görülmektedir.)Ya da şahsi çıkarı kaybetme endişesi taşıyan, hiçbir şekilde itiraz ve şikayet hakkı olmayan çantacı diye adlandırılan başındakilere kul köle olan, üretemeyen ve şakşakcı, diye nitelendirilenler şeklinde cevaplarla bu soru yanıtlanabilir.Bu kişiler, halk işsiz mi, aç mı,ülkenin en büyük sorunu nedir,ülke üzerinde oynanan sinsi planlar nelerdir? gibi sorular üzerinde kafa yormaz.Onun için önemli olan günü kurtarmaktır.Seçimlerde kitlelerden çok oy almaktır. Kimileri de siyaseti meslek edinmiştir.Bırakmak istemez.Yenilere ve yenilikçilere tahammülleri yoktur.Tepeden inmeyle her şeyi kendilerinin iyi bildiğini ve halkı ancak kendilerinin iyi yöneteceğine inanırlar.Yetkiyi kendi ellerinde tutarlar ve diğer angarya dedikleri işleri yukarıda belirtilen kişilere yaptırırlar.Ayrıca; Ülkemizde siyasal partilerin büyük çoğunluğu lider partisi görünümünde olduğu için tabana inememekte ve halktan kopmaktadır.İşte! Siyaset üretmediği ve sorunlara çözüm bulamadığı zaman sosyal çöküntü kaçınılmazdır.Halk geçim telaşına düşer, ülkesindeki siyaseti ve siyasetçiyi denetleyemez.Siyasi kültürdeki bu sorumsuzluk hiçbir gücü olmayan çaresiz vatandaş türünü yaratmıştır.Çaresiz,yoksul vatandaş, kul-her şeyi kabul yaklaşımı içinde olduğu için sorunun büyüklüğünün ve ülke siyasetindeki eksikliğin farkında olamaz.Gelir seviyesi yükselen toplumlarda bireyler kendilerini sorumlu hissederek sivil toplum örgütlerinde yer almaya başlar ve bende varım diyerek söz sahibi olur.Bilinçli bireylerin karşısında siyaset arenasının her kademesindeki kişiler ister istemez kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalırlar.Peki! Siyasetçide olması gereken nitelikler nelerdir?Dürüst, eşitlikçi, olayları kavrayabilme yeteneği, tutku, sorumluluk,göz keskinliği, derin düşünme, ruh dinginliği, kendini beğenmişlikten arınmışlık,ulusal ve insani amaçlara hizmet eden,toplumsal ahlaki ve kültürlere değer veren,toplumun çıkarını kendi çıkarının önünde tutan,ahlaklı ve eğitimli olmalıdır.Sonuç olarak, hep birlikte istediğimiz hedefe götürecek olan siyaseti ve siyaset kurumunun yollarını bizler tespit edelim.Günümüz siyasetin kokuşmuşluğu bizleri korkutmasın. Ülkeyi babalarının çiftliği gibi göremez ve kafalarına göre yönetemezler.Bu nedenle halkın iradesi siyasette en önemli unsurdur.Aksi halde sızlanmaktan öteye gidemeyiz…

Nermin AYDINLI

14 Temmuz 2008 Pazartesi

BİREYSELLİKTEN TOPLUMSALLIĞA


BİREYSELLİK:Kendi ihtiyaçlarını grubun üstünde tutar.Ben olgusu hakimdir.
TOPLUMSALLIK:Grubun ihtiyaçlarını ön planda tutar.Biz olgusu hakimdir.
İnsanoğlu ilkçağdan bu güne kadar var olma savaşı vermiş ve bireysellikten toplumsallığa geçişini bir türlü tamamlayamamıştır.Tarihin her evresinde kişisel hırslar,menfaatler hep öne çıkmış Birilerine bağlı olmadan yaşanamayacağı insanlara öğretilmeye çalışılması nedeniyle tebaa ve herhangi bir objeye bağlı 2.sınıf toplum oluşturulmuştur. Bir toplumun ortaya çıkışı tesadüfü bir olay değildir.Toplum yaşayan bir varlık,canlı bir organizmadır.Toplum olgusunu da bireyler meydana getirmektedir. Toplumların sosyal değişim geçirmeleri toplumsal ve bireysel bir kanundur.Değişmeyen hiçbir toplum yoktur.İnsan yanlız yaşayamayacağı ve ihtiyaçlarını tek başına karşılayamayacağı için iş bölümü yapmak zorundadır. Bu noktada toplumsal anlayış;bir topluma ait oluş, birlik olma,birlikte hareket etme işbirliği anlayışını doğurur.
Dünya da olduğu gibi, ülkemizde de bireysellik ön planda olduğu için bireysellikten toplumsallığa geçiş uzun zaman alacaktır.Milli duygusunu kaybetmeyen bir toplum olan Türk milleti bireysellikten toplumsallığa geçme potansiyeline sahiptir.Türk milleti olarak herkesin öz güvenini kazanması gerekir. Aldığımız görevi kendimize güvenerek para için değil, ülkemiz ve milletimiz için yerine getirmeliyiz.Bütün sistemimiz bireysel mi toplumsal mı diye değerlendirilmeli, kişisel olanlar atılıp(kişi hakları fazla zarar görmeden) toplumsal olanlar sisteme yerleştirilmelidir. Bu sorunu çözmek için en önce eğitime önem verilmesi gerekir. Bu da bireyselliğe önem veren Avrupanın ve Amerikanın eğitim sisteminin uygulanma isteğinden vazgeçilerek okullarımızda takım ruhu oluşturulmasıyla yapılabilir..Temel eğitimimizden başlayarak milli duygu aşılanmalı,her bireyin bu toplumun ayrılmaz bir parçası olduğu anlatılmalıdır.Türk milleti olarak birlik olup elimizi taşın altına koymalıyız. (Bir toplumu, yüz yüze geldiği engeller karşısında dirençli ve muzaffer kılan, o toplumu oluşturan bireyler arasındaki milli dayanışma ve birlik ruhudur.)Milli duygu, milli dayanışma ve birlikte hareket etme düşüncesi oluşturularak toplum bireysellikten toplumsallığa dönüştürülür. Bireyler tek başına bir anlam ifade etmez. Bireylerin toplumsal ahlakı bilmesi, toplumsal ahlaka saygılı olması, onun içinde var olması gerekir.Toplumu bireyler oluşturur bu yüzden toplumsallık inkar edilemez.Türk gelenek ve göreneklerinde paylaşma vardır.Komşun aç yatarken tok uyumama anlayışı vardır.Bu inanışlar sosyal hayatı düzenler,toplum yaşamını var eden olgulara her hangi bir yaptırım gücü duymadan gönüllü bağlanılmasını sağlar.Bu nedenle toplum; özünde ahlak ve inanç birliğidir.Mustafa Kemal in önderliğinde Kurtuluş savaşı inanç birliği ve güçlü ekip anlayışıyla kazanıldı.Bu inanç ve ekip anlayışı Türkiye Cumhuriyetinin temellerini attı. Cumhuriyet düşüncesi ussallık olduğu kadar toplumsallıktır.Cumhuriyet düşüncesi tarihçi, gelenekçi değil, toplumcu, pragmatik bir düşüncedir.Cumhuriyet düşüncesi bireye dayalı bir toplumsallık ile belirgindir.Cumhuriyet düşüncesi bir kamusal rasyonalite projesidir. Siyasetten, güdülen tebaadan, politikaya bireyler toplumsallığa dönüşmektedir.İşte bu yüzdendir ki kişisel hırslarımızı bencilliklerimizi bir kenara bırakıp ben kavramından biz kavramına geçmeyi başaran bir toplum yaratmalıyız.Ancak böyle bir toplumla güçlü oluruz, ancak; böyle bir toplumla örgütlü oluruz, ancak; böyle bir toplumla toplumsal refaha ulaşabiliriz ve geleceğimizden kuşku duymayız....

Nermin AYDINLI

4 Temmuz 2008 Cuma

ÖLÜM

Hayat öyle kısa ve öyle uzunki...İnsanoğlu ölmeyecekmiş gibi yaşamın ışıltısına ve güzelliklerine kendisini kaptırdığında sonuna geldiğini anlayamaz.Hepimizinde arzuları,istekleri ve hayata dair planları ve yapacakları vardır ve çoğu isteklerimizi bugün kalsın,yarın bakarız diye erteleriz.Yani; yarınımızı kendimize göre garantilemiş oluruz.Bu çerçevede bir de insanoğlunun en belirgin yapısı "ben"duygusudur.Benden daha iyi bilen,benden daha iyisi,benden daha güçlüsü,benden daha zengini yoktur vs.duygular içerisinde dünyanın hakimi oluruz.Kendimizden zayıf gördüğümüz insanlar üzerinde güç kurmaya çalışırız."Dünyayı ben yarattım" düşüncesinde olanların hiç dostu olmaz.Bu koskaca dünyada yalnızdırlar.Sevinçlerini,acılarını tek başlarına yaşarlar.Veya dost sandığı bir kaç kişi dışında çevrelerinde kimseyi göremezler.Peki;böyle mi olmak,yoksa gönül kapısı herkese açık,sevinçleri,üzüntüleri birlikte yaşayan olmak mı isteriz?Gözlerimizi kapatalım ve bu soru üzerinde bir düşünelim:Benim cevabım gönül dostluğudur.Namerde muhtaç olmadan yaşamak ve dostlarımın yanında olmak ve yaşamın sonunda,Allahın huzuruna giderken "Allah Rahmet Eylesin,iyi insandı" diye
dua edilmesi bana verilen en güzel hediye olacaktır.Hiç birimiz ölümden korkmamalıyız.Hepimiz bir gün bu gerçekle karşılaşacaktır.Elbette bir daha sevdiklerimizi görmemek bize verilen en büyük acıdır.Hangimiz mezarlığa gittiğimizde bu yaşamın boş olduğunu düşünmeyiz. Hangimizin boş şeyler için kırdığımız insanlar aklımıza gelmez.O anda pişmanlık yaşarız.Oradan
ayrıldığımızda yine eski duygularımıza döner ve yaşamın güzel meyvelerinden yemeğe devam ederiz.Hayat ölümün görünen, ölüm de hayatın görünmeyen boyutudur. Bunun için, hayatın ölüme, ölümün de hayata açılan bir kapı olduğunu görmeliyiz, her ikisini birden yitirdiğimizde, hem hayatın, hem de ölümün anlamını kavrayamayız. Ölümün anlamı yitirildiği yerde, hayat yaşanır olmaktan çıkar, dayanılmaz bir yüke dönüşür.Ölüm vardır ve insanoğlu bu gerçeğe göre yaşamalıdır.İnsanlık yararına güzel işler yaparak dünyada bir hoş seda bırakmalıdır.
Necip Fazıl'ın, şiirinde dile getirdiği gibi
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber.
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” diye düşünmeliyiz.
Ayrıca;
Aşık Veysel ne güzel söylemiş;
Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yarim kara topraktır.
Herkese sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum.

Nermin AYDINLI